top of page

Süreyya

  • Writer: Seçil Erginler
    Seçil Erginler
  • Oct 19, 2018
  • 2 min read

Bir gece yarısı kardeşimle ben uyurken gelmişti ölüm haberin.

Dar, karanlık, uzun merdivenler çık çık bitmiyordu. Yukarı çıktıkça aydınlanıyordu etraf. En üst katın tavanındaki geniş camlardan gelen güneş ısıtamıyordu içimi. O apartmanın soğukluğu hep üstün geliyordu.


Dört kapıdan en uzak köşedekini çalıyorduk. Ayda bir, belki daha seyrek yaptığımız bir ziyaretti bu, ama yine de en sık biz geliyorduk galiba seni görmeye. Yol bana hep uzun gelirdi. “Ne kadar uzakta yaşıyorsun sen nineciğim yaa.” diye söylenirdim. Önce durağa giderdik, otobüse biner, üç dört durak sonra iner, iskeleye yürürdük bu sefer. Vapurla karşıya geçince, minibüs sırasına girerdik. En çok bu minibüs yolculuğu hiç bitmez gibi gelirdi. Yol beni tutardı ve minibüs hep sallanır, ani frenler yapar, üstüne bir de sigara dumanı ile dolu olurdu. Hala sevmem minibüse binmeyi.


Sitemsiz, her zamanki güler yüzünle, buruşmuş elinde filtresiz Birinci sigaranla açardın kapıyı bize. “Hoş geldiniz bıcırcıklarım.” derdin ve sormaya başlardın hemen “Okul nasıl, hangi kitapları okudunuz görüşmeyeli?” Elinle, nemli dudağına yapışan tütünleri temizlemeye çalışırdın bir yandan. Sarılırdım sana hemen, annem düşeceksin diye korkardı. Yaşlandıkça bebekliğine dönermiş ya insan. Sen de o dönemece mi girmiştin yoksa.


Kapının hemen solundaki, koridorun başındaki odaydı seninkisi. Diğer odaların kapıları kilitliydi, büyükler açmadan giremezdik içeriye. Odandan gelen ajansın saat başı gongları arasındaki sesler sana eşlik ederdi. Nerede olursan ol, dışarda olup biteni takipteydin. Onlar senden haberdar olmasa da.

İlk gördüğümde “Niye leblebileri bu ağır kaba koydun? Bu sopa ne işe yarıyor?” diye sormuştum sana. “Meraklı seni, bunun adı havan. Leblebileri ezmek icin kullanıyorum. Sonra da baak, böyle yiyorum.” diyerek göstermiştin bana pirinç havanı nasıl kullandığını. Birlikte leblebi tozu yer, ağzımızdan burnumuzdan saçılan tozlara kahkahalarla gülerdik. Bana sınırlar koymayan, kuralları olmayan tek büyüğümdün. Sen, ben ve kardeşim ailenin en büyük ve küçükleri. Ağzımızda tozla konuşmaya çalışmak en sevdiğimiz oyundu, dün gibi hatırlarım.


O evde, herkesten uzakta yaşaman gereğini, nasıl hiç bir kuvvetin seni bizlerin olduğu dünyaya getiremediğini almıyordu benim küçücük yüreğim. “Çocuklara gözyaşı yakışmaz, onlar hep gülmeli” derdin. Ayrılık vakti geldiğinde senden saklamaya çalıştığımız gözyaşlarımızla, annemin eteğine yapışır tuttururduk seni bize götürelim diye. O da çaresiz sarılır bize, sessiz saklı gözyaşı dökerdi dönüş yolu boyunca.


Seni hep siyahlar içinde hatırlıyorum. Senden kalan bir kaç eski resimde, asalet, görgü, bilgi en çok da güçlü bir kadın görüyorum. Torununa kırdığı şişeleri tamire götürtecek, radyoyu içindeki adamları çıkarmak için paramparça edebilecek kadar merak, cesaret ve rahatlık verebilen bir anneanne. Yılların sırtına bir bir eklediği yüklerden iki büklüm, kimseye zararı olmayan. Cebinde her duruma uygun neşeli hikayeleri, kaçırmadan takip ettiği ajans haberleri ile her zaman söyleyecek bir sözü olan bir nine.


Bu evde bizden uzaklarda yalnız yaşamaya başlamadan yıllar önce, daha elin ayağın tutuyorken, arada bir üst sokakta oturan teyzeme kalmaya gelirdin. Orda kaldığın gecelerde uyku vakti gelince senden zor ayrılırdık. “Hadi ama, benim uyku saatim geçiyor, bugünlük bu kadar” der bizi evimize yatmaya gönderirdin. Sabahları yatağımın kenarındaki pencereden, yeterince erken kalkıp da bakabilirsem, seni elinde bastonun ve siyah uzun pardesün, başında siyah eşarbınla, gazete almaya çarşıya yürürken görebilirdim. O kadar küçük olmasaydım, evden çıkıp, elinden tutup ben de gelebilseydim seninle, seni daha iyi tanıyabilseydim, anlayabilseydim, seni daha çok biriktirebilseydim keşke.


Seçil Erginler

Ekim 2018





 
 
 

Kommentare


Post: Blog2 Post

©2020 by Seçil Erginler. Proudly created with Wix.com

bottom of page