Köprü
- Seçil Erginler
- Oct 21, 2020
- 4 min read
Kasabanın girişinde önceki yüzyıldan kalan taş köprü, nehrin üzerine bir taç gibi kondurulmuştu. Güneşin keskin ışınları altında kızıllığı iyice ortaya çıkan yaprakları ile rüzgarda salınan ağaçlar ve nehrin iki yanındaki gelincik tarlaları burada yaşayan halkın gurur kaynağı, komşu kasabalıların imrendiği cennetten bir köşeydi sanki.
Ezgi’nin yaşadığı evin bahçesindeki terastan bu manzarayı uzaktan da olsa seyredebiliyor olması onu eskiden çok mutlu ederdi. Ahmet’in tayini bu kasabaya çıkıp da yeni gelin olarak ilk taşındığı bu evde, en sevdiği köşeydi burası. Günün en keyifli şeyiydi burada içilen bir kahve. Hafta sonları kahvaltıdan sonra onun işle ilgili çalışmak için odasına çekilmeden ve Ezgi’nin de masayı toplayıp çamaşıra girişmeden önce, bir demli çay koyup limoni havanın ve manzaranın keyfini çıkardıkları bol sohbetli dakikalar olurdu.
Lise sıralarında aşık olmuştu Ahmet’e ve Ahmet’in ona hayran bakan gözlerine. Derslerde kendisine kitlendiğini hissettiği o iki yeşil göz, ona hep öyle bakacak zannetmişti ikisi de. Mezun olur olmaz söz yapmışlardı.
Ahmet’in Mülkiye’den mezun olmasını beklerken, Ezgi çeyizi için danteller işlemiş, örtüler dikmiş, sandığını doldurmuştu. Okuma hayallerini kitaplara gömmüş, sırf başkasına vermesinler onu diye ne istedilerse yapmış, arkadaşı Esra gibi öğretmen olacağım diye tutturup durmamıştı.
Zamanla ailelerine katılan mavi gözlü, sarı lüleli minik paşanın peşinde koşarken, daireden gelen misafirlere yapılan hazırlıkların telaşından, ancak akşamın bir vakti herkesi yatırdıktan sonra elinde kitabı, loş teras ışığında izlerdi bu manzarayı. Giderek soğuyan havaya boyun eğmez, şalını omzuna atar, bir yudum huzur peşinde koşardı Ezgi.
Evlenip de buraya taşındıktan kısa bir süre sonra Ahmet ona vakit ayıramaz, gözlerine dalmaz olmuştu. Varsa yoksa daire, işleri, terfisi. ¨Geleceğimiz için çalışıyorum Ezgi. Yaşlılığımızda rahat edelim diye, surat yapma ne olur?¨ derdi.
Lisede pastane köşelerindeki gizli buluşmaların heyecanı gece olduğunda ayda üç beş, döşeklerin altında yaşanır olmuştu sadece. Giderek göreve dönüşen bu heyecanlar, ikinci bebekten sonra iyice seyrelmişti üstelik.
¨Ufacık bir evimiz olsun, akşamları sinemaya, tiyatroya gider, arkadaşlarımızla buluşuruz. Sen çalışırken ben de bebeklerimize bakarım.¨
¨Sen onlara ders çalıştırır, kitap okursun. Akşamları çocuklar uyuduktan sonra, minik balkonumuzda yıldızları seyrederiz.¨
Küçük balkonun yerini geniş, köprü manzaralı teras almış olsa da, sohbetler giderek kısalmış, zamanla dairedeki ve komşulardaki dedikoduya evrilmiş, yıldızlar seyredilmez olmuştu. Ahmet’in daireden arkadaşlarla çıktığı yemeklerin sıklığı artınca, Ezgi’nin çocuklarla doldurmaya çalıştığı yalnızlığı daha da derinleşmişti.
Esra’dan gelen bir mektup, kafasını daha da karıştırmıştı. Onu nikahına çağırıyor, hatta şahidi olmasını istiyordu. Üniversitede tanıştığı ve bir süre flört ettiği çocuk sonunda evlenme teklif etmişti. İstanbul’da küçük bir nikah töreni yapacaklar, ikisi de öğretmen olduklarından eş durumundan Esra’nın İzmit’deki okuldan tayinini İstanbul’a isteyeceklerdi. Evi tutmuşlardı bile.
Ezgi defalarca okuduğu mektubu adeta yaşıyordu. Ahmet’in yeşil gözlerine kendini hapsedip, bu kasabada geçirdiği yıllara duyduğu pişmanlık ete kemiğe bürünmüştü sanki mektupla. Herşey imkansız, çözümsüz görünüyordu baktığı yerden. ‘Nasıl giderim şimdi ben çocukları bırakıp da İstanbul’a? Ne giyerim, nerde kalırım? Saçım başım, iyice köylü gibi yaşıyorum burada, halime bak. Ahmet’in bana bakmaması boşuna değil.’ Sesli düşünmek iyice içini karartınca bir cevap yazma işini akşama bırakarak yemeği hazırlamaya girişti.
Yemekler ocakta yavaş yavaş pişerken, bir kahve koyup şalını da alarak terasa çıktı. ‘Kendime ayırabildiğim, kendim için bir şeyler yaptığım ne kadar az zaman var.’ diye geçirdi içinden. Çocuklar okuldan gelmiş, odalarında ödevlerini yapıyorlardı. Terasın gıcırdayan tırabzanlarına yaslanıp, uzaktaki köprüye dikti gözlerini Ezgi. ‘Şu güzelim manzara bile artık ne kadar sıradanlaştı. Her şey kapkaranlık. Şu köprüden sonra bitiyor dünyam. Esra gibi okusaydım, şehre gidip hayatı tatsaydım, Ahmet’in peşinden buralara gelip kendimi bu eve hapsetmeseydim, neler olurdu acaba? Böyle kördüğüm, böyle karanlık hisseder miydim yine? Peki o gelir miydi benim peşimden?’ Ezgi eski Ezgi’yi ne kadar özlediğini düşündü. Kendini geliştiremiyordu bu kasabada, hatta gerilediğini hissediyordu. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü, yutkundu.
İlerdeki eve yaklaşıp park eden arabanın sesi ile hayallerin hüzünlü dünyasından sıyrıldı. İçeri girip çocuklara ellerini yüzlerini yıkayıp salona gelmeleri için seslendi. ¨Babanız gelir birazdan, yemek hazır, hadi gelin de bana masayı kurmama yardım edin biraz.¨ dedi. Ahmet geldiğinde her şey hazır, mutfakta okulda o gün olanlardan sohbet ediyordu Ezgi çocuklarla. ¨Keyifler yerinde bakıyorum!¨dedi Ahmet. Ezgi daha ağzını açmadan kızları lafa girdi: ¨Baba, hani annemin öğretmen olan bir arkadaşı var ya, Esra teyze. İstanbul’da evleniyormuş. Hem de sömestr tatilinde. Annem de nikahlarını kıyacakmış.¨ ¨Yok be kızım, nerden çıkardın, öyle değil, şahitlik etmemi istiyor Esra teyzen. Tabii hiç nikah görmediniz burada, nerden bileceksin. Sen de haklısın.¨ Hafif suçlanmış gibi dan diye kızının her şeyi söylemesinden çekinerek baktı Ahmet’e. Yüzünden tepkisini anlamaya çalıştı.
¨Esra mı evleniyormuş? Sonunda! Bu yaşta çocuk nasıl yapacak bakalım? Bizimkiler nerdeyse liseye gidecekler.¨ diyerek keyifli bir kahkaha attı ama Ezgi gerilmişti bu sözlerden. Aslında biz fazla erken hareket ettik demek istedi ama, özellikle çocukların yanında, bu tartışmanın ne zamanı ne yeri diye düşünüp yuttu lafını.
Ahmet devam etti: ¨Babaannenizi çağırdım ben o tatil için, haftaya gelecek.¨ ¨Bana sormadan mı?¨ deyiverdi Ezgi ve sonra ¨A, tamam o zaman çocukları gönül rahatlığı ile bırakabilirim. Süper oldu bu.¨ diye ekledi. ¨Ne münasebet, annem ne zamandır gelmiyordu, ayrıca gelinine hizmet etmeye değil, dinlenmeye geliyor kadın. Al çocuklara sen bak mı diyeceksin?¨ ¨Ne alakası var, demin çocuklar nerdeyse liseye gidecek diyordun. Alt değiştirip, ninni söyleyecek değil ya! Altı astarı iki gün yemek yapıp, göz kulak olacak onlara. Yemeği de yapar bırakırım gerekirse. Niye sinirleniyorsun anlamıyorum Ahmet. Hapis miyim ben burada? En son ne zaman geçtim şu köprüden karşıya hatırlıyor musun?¨ Ahmet cevap bile vermeden, sırtını dönüp üstünü değişmeye yatak odasına gitti.
Gerginlik yemek masasında da sessizlik içinde sürdü. Masa toplanırken Ahmet ¨Ben biraz hava alacağım.¨ deyip kapıyı çekip çıktı. Ezgi, elinde tabaklar mutfakta kalakaldı önce. Bulaşıkları yıkayıp, masa örtüsünü de silkeledikten sonra, Esra’ya cevap yazmak için eline kağıdı kalemi alıp masanın bir köşesine oturdu. Önce elinde kalem bir an gözlerini kapattı, sonra yazmaya koyuldu. Aslında ne yazacağından son ana kadar emin de değildi ama gözyaşları kalemden dökülen kelimelere eşlik ederken, uzun zamandır hayalini kurduğu o yolculuğun adımları da kafasında netleşti.
Ertesi hafta Ahmet annesini almak için evden ayrıldıktan sonra, Ezgi de çocuklarla birlikte bavulunu aldı ve köprüye doğru yola koyuldu. Geçen ay pazarda karşılaştığı yan kasabada öğretmenlik yapan eski okul arkadaşı onları oradan alacak İstanbul’a gitmek üzere şehir merkezindeki otogara bırakacaktı. Masanın üzerine bıraktığı mektupta, çocuklarının da kendisi gibi burada her şeyden uzak ve geleceksiz yaşamalarına daha fazla izin veremeyeceğini anlatmaya çalışmıştı Ahmet’e Ezgi.
Bir gün terfi edip şehre dönme hayalleri ile geldiği bu kasabadan; artık hüzünle bakıp başını çevirdiği o köprü manzarası ve nehrin biraz ötesindeki gelincik tarlalarının arasından kıvrılan yolda bilinmez bir geleceğe yol alıyorlardı.
Seçil Erginler
21 Ekim 2020, İstanbul
Comments