Kapağı Yırtık Dergi
- Seçil Erginler
- Apr 8, 2020
- 6 min read
Hafta sonu onun için ev, uyku ve yalnızlık demekti. O cumartesi sabahı da zar zor yataktan kalkmış, banyoya giderken kendisi ile aynada karşılaşmıştı. Pek de mutluluk verici bir karşılaşma olmamıştı bu.
Dişlerini fırçalarken anılarda kayboldu. Geçen yıl ayrıldığı sevgilisi, memleketine dönen annesi, yeni evli ablası teker teker gözünün önünden geçerken; rüzgarda savrulan boş bir poşet gibi amaçsız ve isteksiz savrulduğunu düşündü yine. İçi daraldı, nefessiz kaldı bir an. O poşetin kafasına geçtiği hayali gözünün önüne gelince, gözlerini açıp o görüntüyü kafasından kovmaya çalıştı. Yüzüne su çarptı. Bir an önce evden çıkmalıydı.
Yatağının ucunda duran sandalyedeki bir gece önce çıkarmış olduğu kotunu üzerine geçirdi. Dolaba yöneldi, rafta en üstteki bluzu alıp giydi. Mutfak tezgahındaki anahtar ve cüzdanını çantasına attı. Kahverengi montunu koluna, bej desensiz şalını boynuna doladı ve çantasını alıp, spor ayakkabılarını da giydikten sonra kendini sokağa attı. Dışarıda serin bir meltem ve bulutların arasından kendini göstermeye çalışan güneş onu bekliyordu. Yürümekle taksiye binmek arasında kaldı ve yürümeye karar verdi.
Bahar Kuaför’e vardığında, içeride gördüğü kalabalık bir an eve geri dönmeyi aklından geçirmesine sebep oldu. Ama buraya kadar gelmişti. Kapıyı açtı.
İçeri girdiğinde düzensiz bir fön makinası orkestrası ile karşılaştı ilk. Duvar boyunca devam eden devasa aynanın önünde, sarışın, kumral, kızıl pek çok kadın dizilmişti. Önlerinde çay ve kahve fincanları, ellerinde telefonları veya magazin dergileri aynadaki yansımalarına hayran hayran bakıyorlardı. Birisi saçını nasıl istediğini tarif edip elindeki telefonda resimler gösterirken, bir diğeri de kırmızı ojesinin tonunu seçmeye çalışıyordu. Hemen kapıya yakın oturan genç kız kendisi gibi basit ve rahat giyinmişti. Onun yanındaki sarışın kadın günün moda parlak siyah bir taytının üstüne pırıltılı bir bluz kombin yapmış, yine moda olduğunu tahmin ettiği araba lastiğini andıran bir ayakkabı ile kıyafetini tamamlamıştı.
Mekana bir kırmızı hakimiyeti de söz konusuydu ayrıca. Her kadının önündeki ufak kırmızı vazolarda birer kırmızı gül vardı. Yolda gelirken aldığı kahvenin bardağının kırmızı kalplerle dolu olduğunu da o zaman fark etti.
Ne yapacağını, nereye oturup, geldiğini kime nasıl haber vereceğini düşünürken ilk müşteri olduğu günden bu yana onunla ilgilenen kuaförü Ömer yanında belirdi. Ona bekleyen diğer müşterilerin yakınında, dükkanın arkasındaki camın önünde şimdilik boş ve sakin kalmış bir köşeyi ¨uygun mu?¨ der gibi gösterdi. ¨Randevusuz gelmek için tam da gününü seçtin be canım. Malum gün, herkes sevgilisiyle buluşacak, vaktin var mı? Bekleteceğim seni.¨ dedi. ¨Olur.¨ diyebildi anlamış gibi yaparak, ¨Beklerim. Bugün saçlarımı kestireceğim Ömer Bey.¨ Ömer bir an önce koltukta bekleyen müşterisine dönme telaşı ile ¨Tabii, ama iki saati bulabilir sıranın sana gelmesi.¨ diyerek sehpanın üzerindeki dergileri işaret etti eliyle.
Ne yapacaktı o kadar zaman şimdi. Ömer’in işaret ettiği yere baktı ama pek de ilgisini çekecek bir şey göremedi. Hemen hepsi en yeni magazin dergileri idi. İçinde tanımadığı bir sürü zengin kadın ve adamın resimleri, ve resimlerin altında da hiç ilgisini çekmeyen dedikodular. Bir dekorasyon dergisini eline aldı. O da sanki sarayda yaşayan kadınlar için hazırlanmış gibiydi. Üç beş sayfa çevirip sıkılınca, çantasında okunacak bir şey var mı diye bakmak için onu koyduğu minik sehpaya yöneldi ve çantasını kaldırınca, kapağı yırtık bir dergi gözüne ilişti.
Kapağın ardındaki sayfada resim değil de paragraflarca yazı görünce şaşırma ile karışık bir sevinç kapladı içini. İlgisini çekebilecek farklı bir hazine bulmuş olma umudu ile eline aldı, tozunu temizledi. Editörün yazısını okuyunca bunun bir öykü dergisi olduğunu fark etti. İçindeki yazılardan bir tanesi özellikle dikkatini çekti. Bir kuaförde rastlamayı ummadığı bu dergide gördüğü yazının, hayatının akışını değiştireceğini daha o an hissetmişti.
Son zamanlarda sıkça duyduğu bir şeydi ‘Yaratıcı Yazarlık’. Bu konuda sanal eğitimler veren bir yerden sıcacık bir röportaj idi bulduğu bu yazı. Bir solukta okudu. Okumakla kalmadı hemen yazının olduğu sayfaların fotoğrafını çekti. Yazıda konuyla ilgilenenlere önerilen bazı sosyal hesapları vakit kaybetmeden takibe aldı.
Sonra sitedeki eğitimleri incelemeye geçti. Üyelikle ilgili yazıları, yorumları okurken, içinde yükselen heyecana kendini kaptırdı ve o an kaydını yaptırdı. Daha önceden varlığını fark etmemiş olduğu bu ilgi ve merakın peşinden gitmek, bu ilk adımları atmak iyi hissettirmişti.
Kendisine seslenildiğini fark edince, etrafındaki kadınların değiştiğini ve sıranın sonunda ona geldiğini anladı. Onu daha sık dükkanına getirebilmek için her fırsatı değerlendiren Ömer ¨Dergi sende kalabilir. Kim bilir ne zaman, bir müşterim bırakmıştı. Kapağındaki kadının saçını beğenmiş de onun için almış. Kapağı yırtıp gerisini bıraktı. Hadi gel, şöyle geç.¨ diyerek önündeki koltuğu kendine çekti. Böyle dergiler okunmuyor pek burada.¨ diye de ekledi adam tokasını çıkarıp saçını tararken.
Bahar Kuaför’den çıkarken, yeni saç modeli ve hızlıca yaptığı makyajından çok, elindeki kapağı yırtık dergi, attığı yeni adımlar, ve nerede saklanıp da bunca zaman sonra ortaya çıktığını bilemediği yazma sevdası idi gözlerindeki pırıltının sebebi.
Tam bir taksiye işaret edecekti ki, yolun karşısındaki kırtasiye gözüne takıldı. Yarım saat sonra kendini; elinde birkaç defter, kalem ve de bir dolu hayal ile kırtasiyeden çıkmış, eve doğru yürürken buldu.
Ağır adımlarla ilerlerken; eve, sessizliğe, yalnızlığa gitmeyi henüz hiç istemediğini hissetti. Güneş şimdi çok ısıtmasa da bulutların arasından sıyrılmış parlıyordu. Ağaçlar hızı sabaha göre artmış rüzgarın etkisi ile salınıyorlardı. Sabahtan farklı olarak yol üzerinde her on on beş adımda bir çiçekçiler tezgah açmışlardı. Her köşe tutulmuştu. Restoranların önündeki ışıklı panolardan ya da renkli boyalarla süslenen camlardan kırmızı kalpler üzerine atlayacakmış gibiydi. Sokaklarda el ele dolaşan çiftleri kendi kapılarından içeri alabilmek için bir yarış halindeydi hepsi. Evine yaklaştıkça çiftler, çiçek ve kalp kalabalığından sıyrılıp, ağaçlar ve onun dalları arasından süzülen güneş ile baş başa kalmak güzel bir değişiklik olmuştu.
Sokağına dönerken, mahalleye yeni açılan köşedeki Bizim Kafe’ ye uğramaya karar verdi. Kapıdaki çıngırak sesinin ardında olduğu yerden ona doğru dönen kafenin sahibesi gülümsedi. Eski bir kafeden alınıp yenilenerek kullanıldığından, görür görmez insanın tanıdık bir yerde olduğu hissi veren ahşap tezgahın üzeri ev yapımı olduğu anlaşılan atıştırmalıklarla doluydu. İçerisi çok kalabalık değildi ama cam kenarındaki masaların hepsi doluydu. Oysa o cam kenarına oturup dışarıda gördüklerini ve bugün hissettiklerini yazmak isteğindeydi. Ortada ve tezgaha yakın üç dört masa boştu. Hangisini seçsem diye düşünürken, ancak bir kişinin sığacağı, kapının diğer köşesinde duvar ile yere kadar inen dar camın birleştiği köşedeki minik masada oturan müşterinin kalkmak üzere olduğunu fark etti. Oturmak üzere yöneldiği masadan döndü ve çantasını yeni boşalan masaya koydu. Kafenin sahibesinin kızı olduğunu tahmin ettiği genç kız masayı temizlerken, montunu cama doğru çevirdiği sandalyenin arkasına asmış, duvardaki kara tahtaya yazılmış menüden bir şeyler seçmeye çalışıyordu. Evden çıktığından bu yana henüz hiçbir şey yememişti. İçeri girdiği anda gözüne sonra da aklına takılan tezgahın üzerindeki böreklerden iki dilim ve menünün en altında yer alan demleme çaydan da bir büyük bardak ısmarladı. Hayalindeki kahve eşliğinde yazmanın da sırası gelecekti elbet. Sonunda dikkatini elindeki kırtasiye poşetine çevirdi. İçinden kırmızı kaplı çizgisiz bir defter ve mor yazan dolma kalemi çıkarıp masanın üzerine koydu.
Önce uzun uzun bu ikiliye baktı. Epeydir kayıp olan ve var olduklarını unuttuğu iki dosta bakar gibi baktı. Yıllar önce üniversitede okurken tuttuğu günlükler geldi aklına. Kalemi duygularına yetişmek için deli gibi koşarken, içi nasıl da huzurla, sevinçle, umutla dolardı o zamanlarda. Şimdi ne yazacağını bilemiyor ama yüreği elinin kalem ve defter ile buluşup kağıda akma isteği ile coşuyordu.
Burada, camın önündeki masada saatlerce yazabilirdi. Evde de kendine benzer bir köşe hazırladı o hafta sonu. Kullanmadığı karanlık odaya koyduğu eski çalışma masasını gün yüzüne çıkarma zamanı gelmişti artık. Önce masanın üzerindeki eski ders notlarını, kırık, yazmayan kalemleri attı. Masayı odadan çıkarttı ve iyice temizledi. Sonra evin en aydınlık, Bizim Kafe’yi de gören cam önündeki köşesine; oturduğunda hem dışarıya, hem de salonun ortasına hakim olabilecek şekilde yerleştirdi. Evdeki en rahat koltuğu okuma yapmak ve düşünmek için getirip masanın cam kenarında olmayan diğer yanına, en sevdiği sandalyesini de rahatça oturup yazabilecek şekilde arkasına yerleştirdi. Yeni aldığı defter ve kalemlerini de masanın üzerine koydu. Uzun zamandır kendiyle hiç bu kadar gurur duymamıştı. İçinde bahar tomurcukları açıyordu ve bu köşe de baharın müjdecisi olmuştu. İşte olmadığı her an ya kafedeki minik köşesinde ya da evde camın önüne taşıdığı eski ahşap masasının başında yazıyordu.
Artık çevresine farklı gözlerle bakıyordu. Bilgisayarında sanal yazı evinde katıldığı atölyelerde her hafta buluştuğu ve yazmak üzerine uzun uzun sohbetler ettiği arkadaşları vardı. Okuduğu her yazı, altını çizdiği cümleler, kafede yan masada kulak misafiri olduğu muhabbetler, defterlerini hızla doldurmaya başlayan hikayelerinde bir bir yerlerini alıyorlardı. Sanki etrafındaki herkes onun bu yeni macerasına destek olmaya çabalıyordu. Otobüsteki çiftin birbirini süzüşü, durakta beklerken annesinin elini tutan ufaklığın muzip gülüşleri, işyerinde masasının baktığı pencerenin önündeki ağaca konan kuşun baharı müjdeleyişini teker teker aklına, yakınındaki bir kağıda, elinin altındaki peçeteye yazarak biriktirmeye çalışıyordu.
Uzun tatillere çıkmaktan hoşlanmadığından her ay birkaç gün izin kullanmayı da bu dönemde akıl etmişti. En çok o günleri seviyordu. Eğer öğlen vakti ise köşedeki okuldan evine koşturan çocukları, akşama doğru ise evdeki işlerini bitirmenin rahatlığı ile komşularında toplanıp, ellerinde çayları, eteklerindeki dedikoduları silkelemek için koşuşturan kadınları seyrediyordu. En yalnız hissettiği saatler ise yemek vaktinin yaklaştığı, mahalledeki herkesin evlerine çekildiği, ailecek bir araya geldiği akşam saatleri oluyordu. O zamanlarda daha çok yazıyordu. Yazdıkça nefes alıyor, hafifliyordu.
Kurgulamaya çalıştığı, kaleminden dökülen hikayeler öyle bir seferde yazılıp bitmiyordu. Kısaltma, düzeltme işleri yazmaktan daha da zahmetli bir süreçti hatta. Yazdıklarının başına her oturuşunda biraz daha değiştiriyor, siliyor, yeni cümleler, paragraflar ekliyor, detaylandırıyor, hikayelerini bir dantel gibi işlemekten hem yoruluyor hem de yaptığı değişiklikler içine sindikçe daha çok keyifleniyordu. Bu uzun oynama, düzeltme ve yeniden yazma çalışmalarını, onları bitirmekten daha çok sevdiğini bir keresinde atölyedeki arkadaşlarına da itiraf etmişti.
Bazen işten çıktıktan sonra eve hiç uğramadan Bizim Kafe kapanana kadar şanslı ise cam kenarındaki bir masada, hava güzelse kaldırıma konmuş bir masada yazıyor, bazen evde de uyku tutmuyor, sabahlığını üzerine geçirip gün ağarana kadar masa lambasının aydınlattığı köşesinde kafasındakileri kağıda ya da bilgisayarının boş sayfalarına aktarıyordu. Henüz yazdıklarını çok fazla kimse ile paylaşmıyor olsa da, yazdığı her sayfa ile özgürleştiğini hissediyordu. Artık geçmişi düşündükçe nefessiz kalmıyor, aksine yazarak olanları anlamaya başlıyordu.
O gece bir türlü uyuyamadı. Kalkıp sandalyeden hırkasını aldı, üstüne giyerken mutfağa kahve koymak için yöneldi. Sonra salondaki masasının yanına geldi. Rüzgarla bir cama doğru eğilip, bir geri giden ağacı seyretti önce. Koltuğun üzerindeki çantasından artık yanından hiç ayırmadığı defter ve kalemini çıkardı. En son dün akşam kafede otururken aklındaki fikirleri ve o an kaleminden akıveren cümleleri de eklemişti defterine.
Yağmurun cama çarpıp aşağı doğru süzülen damlalarına gözü takılarak kahvesini yudumlarken, onu içinde olduğu yalnızlıktan kurtaran yazma macerasının hikayesini yazmaya artık hazırdı. Mor dolmakalemini eline aldı.
Seçil Erginler
8 Nisan 2020, İstanbul
Comments