Güneş
- Seçil Erginler
- Dec 21, 2019
- 4 min read
Eve yine suratı beş karış gelmiş, tüm keyfimi de kaçırmıştı. Benim için de onu güler yüzle karşılamak aslında çok kolay bir iş değildi. Günü ofisin bin türlü sıkıntı ve ters giden işi, problemli müşterisi ile geçirdikten sonra eve gelip, dipten köşeden zar zor bulup tutunduğum güzel bir hissin peşinde takındığım o tebessüm de uçup gitmişti onun bu halini görünce.
¨Dayanamıyorum artık. Kırkımıza geldik, hayatımıza bak.¨ derken beni de isyana ortak olmaya çağırıyordu ama, içerde uyuyan ve tek derdi yemek ve altındaki bezi kirletmek olan Emre için ben umutlu olmak zorundaydım. ¨Ne varmış hayatımızda Selim, işimiz var, evimiz var.¨ gibi, yirmi yıl önce bıkkın ve yılgın söylendiğimde annemin verdiği, beni bin kat daha çileden çıkaran cevapları sıraladım.
Beni hiç anlamıyorsun diyen gözlerle, kendini daha da yalnız hissederek yatak odamıza gitti. Onu öyle yalnız bıraktığıma pişman, destek çıkarsam olacaklardan endişeli elimdeki dumanı hala tüten tencere ile salonda kalakaldım.
Aslında ben de onun gibi çaresiz, gelecekten umutsuz, yaşama sevincim tükenmiş hissediyordum. Ne gökyüzü ne de gelecek aydınlık görünüyordu. Her yanı kara bulutlar sarmıştı. Güneşe özlem duyuyordum.
Yatak odasına gidip kapıyı araladım. ¨Canım, uyuyor musun?¨ diye seslendim, ne kadar anlamsız bir cümle kurduğumu bile bile. Yatakta yanına iliştim, saçlarını okşadım. Ben olsaydım yatan, yanaklarım ıpıslak olurdu ama biliyordum onunkiler içine akıyordu.
¨Geçenlerde Sinan’ın bahsettiği şu iş vardı ya hani. Hayatta olmaz, nasıl yaparız dediğim. Düşünmeden konuştum o gün. Biraz anlatsana bana detaylarını, senin ne düşündüğünü?¨
Kımıldandı biraz. Hafifçe doğrulur gibi oldu. Benden bir destek, bir ışık bekliyordu anlaşılan. İlk duyduğumda teklifi, çok sert biçimde elimin tersi ile itmiştim. ‘Ne işimiz var yabancı bir ülkede. Çocuğumuzu bilmediğimiz bir kültürün içinde, ailemizden uzak mı yetiştireceğiz, saçmalık. Biraz daha sıkmalıyız dişimizi, elbet güneş doğar bir yerlerden.’ demiştim o gün. Ama aradan geçen sürede Sinan’lar epey yol kat etmiş, ev aramaya bile başlamışlardı Londra’da. Bizse burada sanki bataklığın dibine çekiliyorduk gittikçe. Her gün daha karamsar haberlerle, enerjimiz tükeniyordu sanki.
¨Sinan halen bir ortak arıyor kendine. Paradan ziyade benim gibi bağlantıları, ilişkileri olan birisinin peşinde. Dosyası hazır, sadece ortağının bilgileri falan eklenecekmiş. Bugün yine aradı, abi emin misin istemediğine diye. Buradaki eşyalarının bir kısmını satmış bile, vazgeçemedikleri ufak tefek birkaç şeyi bir depoya kaldırmışlar. Karısı ile kızı ev ve okul bakmaya gitmişler dün. Bizim şu an okul derdimiz olmadığı için işimiz daha kolay aslında. Yani sen tamam dersen.¨
¨İş ne olacak peki, benim gelirim olmayacak. Yetecek mi orada tek kazanç bize? Nasıl geçineceğiz?¨ Çalışmamak değil de, aslında para kazanmama ihtimali beni rahatsız ediyordu. Nerdeyse üniversiteye girdiğimden beri üç beş kuruş da olsa hep bir gelirim olmuştu. Kimsenin eline bakmamıştım. Ve şu an parasızlık, yokluk, hele bir de ufak bir bebekle beni çok korkutuyordu.
¨Şirkete sen de ortak olarak katılacaksın, ufak bir yüzde de olsa. Böylece orada bir iş bulup, serbest danışmanlık falan yapıp, sen de fatura kesebilirsin istersen. Çok Türk varmış, mutlaka bir tanıdık falan bulursun sen de.¨ ¨Bakıyorum her şeyi düşünmüşsünüz. Sinan ile çalıştın galiba biraz.¨ Sitemkar değildi sesim, aslında biraz ferahlamış bile çıkıyor olabilirdi. Bulutlar mı dağılıyordu ne? Güneşin Londra’dan doğacağını hiç düşünmemiştim oysa.
Ertesi hafta dosyaya bilgilerimiz eklenmiş, pasaportlarımızla birlikte konsolosluğa gönderilmişti. Bir bekleyiştir başlamıştı. Umut ve endişe sarmıştı beni. Bir yandan toplanıyordum, ama aslında red gelirse ne yapacağımızı bilmiyordum ve de düşünmek istemiyordum da bu ihtimali.
Emre salonun ortasında yerde oyun oynuyordu. Aynı şeyi yapıp bozuyor, tekrar yapıp yine bozuyordu kim bilir kaçıncı kez. Okuduğum kitaplar ona neler olup bittiğini anlatmam gerektiğini söylüyordu. ‘Anlamaz diye düşünmeyin, bebeğinizi hayatınızdaki değişikliklere ortak edin’ diyordu kitapta. Ben de kayınvalideme gitmeye hazırlanırken, bir yandan da Emre ile konuşuyordum. Selim nerde kaldı diye de merak ediyordum. Sinan’ı havaalanına götürmüştü.
Derken kapıda anahtar sesi duyuldu. O birkaç hafta önceki bitap ve karamsar insandan eser yoktu kocamın yüzünde. Ayakkabılarını bile çıkartmadan koşarak salona geldi. Emre’yi kucağına aldı ve bana döndü. ¨Sinan’ların dosyasına dün akşam onay gelmiş, diyor ki birkaç haftaya bizim de onayımızın çıkması çok yüksek ihtimal. Bizim de gitmemiz an meselesi yani.¨
Birden paniklemiştim. Yapılması gereken onca şey vardı ve bu kadar kısa bir zaman. Akıl defterimde bir yapılacaklar listesi ve önceliklendirme hazırlamıştım ama, henüz başlama gongu çalmamıştı ve doğrusu daha birkaç haftam var diye düşünüyor, yavaştan alıyordum pek çok şeyi.
Bu haberi takip eden günlerde ev sahibimiz ve patronumla beni inanılmaz hafifleten konuşmalar yaptım. İş ve Emre’den geri kalan tüm zamanımı evde eşya ayırmak ve internette Sinan’lara yakın, bize uygun evlere bakmakla geçiriyordum. Arkadaşlarımla veda kahveleri içmeye bile başlamıştım.
Tam işyerindeki son günümün akşamında, arabamı da şirkete teslim ettiğimden bir taksiye atlamış evin yolunu tutmuşken, telefonum çaldı. Selim idi arayan, sesinde uzun zamandır duymayı unuttuğum o karanlık vardı yine. ¨Eyvah!¨ diye geçirdim içimden. ¨Ne var Selim, ne oldu?¨ ¨Bugün konsolosluktan aradılar. İki hafta içinde giriş yapmamız gerekiyormuş.¨
¨Hayatım süper. Peki neyin var senin? Sesini hiç beğenmedim. Hadi söyle çabuk ne olur?¨ Titriyordum söyleyeceklerini beklerken. Aklımdan olabilecek binlerce kötü senaryo geçiyordu. Banka batmış, tüm birikimlerimiz uçmuştu. Emre’ye bir şey olmuştu. Selim’in şirketi sorun çıkarıyordu. Ülke bize çıkış izni vermiyordu.
¨Annemi acile kaldırdık, ben de yanındayım şimdi. Merdivenlerden düşmüş yarım saat kadar önce.¨
Ağzım açık kalmıştı. Ne yapacaktık şimdi? Selim’in abisi dünyanın öbür ucundan gelecek değildi annesinin başında durmak için. Bizden başka kimsesi yoktu kadıncağızın. Daha kendi işimiz, gelirimiz, evimiz, sigortamız yokken, annesini de bizimle götüremeyeceğimize göre.
Şimdi Selim’in sesi daha sakin geliyordu. Benim taraftaki sessizlikten endişelenmiş olsa gerek, beni sakinleştirmek için harekete geçmiş, aklı başında yetişkin kişi olma görevini devralmıştı. ¨Sen şimdi eve gidiyorsun. Emre ile yemeğinizi yiyin, ben bir gelişme olunca ararım. Sakın buraya gelmeye kalkma, henüz acildeyiz. Doktorla konuşup bir odaya çıkalım önce. Sonra sakin kafa ne yapacağımızı konuşuruz.¨
Ertesi gün Emre’yi kreşine bırakıp soluğu hastanede aldım. Selim’i ikinci katta asansörden çıktığımda hemşire bankosunun yanında beni beklerken buldum.
¨Niye gülüyorsun? Niye öyle bakıyorsun muzip muzip?¨ diye insanı sormak zorunda bırakan bir sakinlik, ışık ve gülüş vardı yüzünde. ¨Biraz önce doktor geldi. Korktuğumuz kadar kötü değilmiş. Ameliyat gerekmeyecek. Fizik tedavi ve dinlenme ile birkaç haftada atlatır dedi. İyi buldu annemi.¨ ¨Birkaç hafta mı? Ama haftaya gitmemiz gerekiyor. Nasıl olacak?¨ ¨Dur sakin ol hayatım. Annemin kuzeninin bir torunu vardı, hatırlıyor musun? İstanbul’a okumaya gelmişti hani. Bu yıl son senesiymiş, staja başlamış.¨ ¨Eee, konumuzla ne ilgisi var bunun Selim?¨ ¨Bir dur da dinle. Bu hastanede fizik tedavi bölümünde staja başlamış meğer. Tesadüf, bu sabah doktordan sonra o uğradı. Daha doğrusu ismi görünce görevi o istemiş de gelmiş. Geçici bir yer arıyormuş okulu bitirip kesin bir iş bulana kadar kalmak için. Ben daha ağzımı açmadan annemle anlaştılar. Annemin kullanmadığı oturma odasına taşınacak bu hafta.¨
Uçak havalanırken kucağımda Emre, bir Selim’e bir de pencereden geride kalan İstanbul’a bakıyordum. Elim karnımda, gözümde bir damla yaş, içim içime sığmıyordu. Bulutların arasından güneş bana gülümsüyordu.
Seçil Erginler
21 Aralık 2019, İstanbul
Comments