top of page

Gerçekler

  • Writer: Seçil Erginler
    Seçil Erginler
  • Mar 15, 2021
  • 6 min read

Sibel dergideki yazıyı bir kez daha okudu. Yanlış görmüş olduğuna inanmak istedi. Bir değil binlerce iğne batsa vücuduna bu kadar acı verir miydi acaba? Nasıl da güvenmişti ona.


Neredeyse bir yıl olmuştu Nişantaşı’ndaki moda evinde Serra’ya rastlayalı. Zengin kadınlara, davetlerde giymeleri için diktikleri son moda elbiseleri tasarlayan Melda Hanım’ın, kendi yaşlarındaki kızıydı. Dalgalı uzun saçları ve içten bir gülümsemesi vardı. Arada okuldan sonra uğruyordu moda evine. Arka taraftaki dikiş odasından ön tarafa prova için elbiseleri taşıdığı zamanlarda rastlaşıyorlardı. İlk defa onun elinde gördü dergiyi. Sibel bekleme odasının girişinde boyundan uzun ve ağır elbiseler kollarından bayılmış insanlar gibi sarkarken, ayakta durabilmek için duvara yaslanmıştı. İçerden çağırılmayı beklerken, merakla Serra’nın parmaklarının arasında kalan kapaktaki başlığın harflerini tamamlamaya çalışıyordu. Durumu fark eden genç kız gülümsedi. Tam sohbete başlayacaklardı ki, Melda Hanım’ın odasının kapısı açıldı ve ¨Hadi Sibel, sıra sende çabuk ol.¨ diyen bir ses duyuldu. Elindeki elbiselerle, arkadaş olmak için can attığı kıza ‘içeri girmem lazım’ der gibi bakıp, açık kapının ardında kayboldu.


İşi bittiğinde bekleme odası boştu. Edebiyat dergisi, sehpanın üstündeki renkli magazinlerden ayrı bir köşede ‘al beni buradan’ der gibi ona bakıyordu. Üzerinde sarı bir post-it fark etti. ¨Bunu alıp okur musun? Sonra belki konuşuruz üstünde? Serra¨ Nota rağmen, tedirgince, onu kimsenin görmediğini umarak dergiyi hırkasının içine sakladı ve koşar adımlarla arka taraftaki dikiş odasına döndü.


Dergideki her yazı, her cümle onda heyecan yaratmıştı. Özellikle de hikaye yazmakla ilgili önerilerin olduğu bölüm. Sekiz numaranın ona verdiği, kızının okumak için Amerika’ya giderken bıraktığı kitaplar ve bir sürü kırtasiye malzemesiyle dolu kutunun içinde bir de yarısı boş bir defter vardı. Kapağındaki kahve bardağı lekesine bayılmıştı. Yazıda söylediği gibi aklındaki hikaye parçacıklarını, otobüste ve yolda gördüğü insanları, duyduğu ilginç diyalogları not almaya başladı bu deftere.


Bir hafta kadar sonra, derginin eski sayılarından üç tanesi, dikiş odasındaki köşesinde, üzerinde Serra’dan ufak bir notla Sibel’i bekliyordu.


Yeni arkadaşını görebilmek, onunla sohbet edebilmek için, her fırsatı kolluyor, moda evinin ön tarafına, bekleme odasına göz atıyordu. İlk karşılaşmalarından on beş gün sonra, öğlen yemek için evden getirdiği sandviçi elinde hava almaya çıkarken, holde karşılaştılar. İlk konuşan Serra oldu.


¨Yemeğe mi çıkıyorsun?¨


¨Parka gidiyorum. Orada bir bankta oturup sandviçimi yer biraz da okurum diye düşündüm. Hava öyle güzel ki, içerde kalmak istemedim.¨


¨Ben de gelebilir miyim? Annemin işi çıktı, birlikte yiyecektik.¨


¨Harika olur!¨ Sevincini bastıramamıştı. ¨Sana not yazmıştım teşekkür etmek için. Dergiler için! Ama nasıl ulaştıracağımı bilemedim. Göremedim de seni hiç o günden beri. Çok teşekkürler, hepsi birbirinden güzel yazılarla dolu. Ne çok şey öğrendim onlardan. Geri istersen getirebilirim. Atmadım hiçbirini. Çizmedim bile satır altlarını falan.¨


¨Sorun değil. İstediğin gibi yaz çiz. Bende de birer kopyaları var. Onlar senin.¨ Köşedeki kafeden

sıcak bir sandviç ile bir kola aldı kendisine.

¨Sen de içmek için bir şey ister misin? Kola ya da kahve, çay? Ne bileyim.¨ Hayır anlamında kafasını

salladı Sibel.

¨Suyum var yanımda, sağ ol.¨ Sonra devam etti Serra kaldığı yerden.


¨Ben en çok yazmayı anlatan sayfalara, öykülere bayılıyorum. Ne çok isterdim kalemimden güzel bir şeyler dökülmesini ama olmuyor. Sen hangilerini sevdin en çok?¨


Sibel aynı yazıları ezberlerce okuduğunu söylemekle söylememek arasında kaldı bir an. ¨Ben de hikaye yazmayı çok seviyorum. Küçükken kardeşlerimi uyuturken onlara masallar uydururdum. O zamandan beri, gördüğüm bir resme, yolda yanımdan geçen kadına, sokakta simit satan adama hikayeler yazıyorum kafamda. Eminim senin de bir sürü hikayelerin vardır ve bir şekilde kağıda akacakları uygun zamanı bekliyorlardır. Ben mesela vakit bulamıyorum hemen yazacak, uçup gittiler sanıyorum. Sonra bir gece bir şeyler karalamaya çalışırken gelmeye başlıyor bazıları. Hem dergideki yazılardan öğrendiklerimle şimdi daha çok hikayeyi kaydedebiliyorum. Bunu sana borçluyum.¨ Minnet dolu gözlerle Serra’ya döndü ama kızın yüzündeki hayranlıkla kıskançlık arasındaki ifade onu durdurdu.


¨Ne güzel anlattın. Çok şanslısın. Sana gelen yazma meleği herkese gitmiyor bence. Annem bir şeyi çok istersen ve çalışırsan olur der. O kadar istiyorum ki ben de yazabilmeyi. Günlükler kolay ama daha fazlası çıkmıyor. Edebiyat dergisinde öyküleri çıkan bir yazardan ders almaya başlayacağım haftaya. Bir öykü kursu açmış bu konuya meraklı gençler için.¨ Durakladı bir an. Sonra devam etti:


¨Bana okutur musun yazılarını? Çok merak ettim. Belki dergiye de gönderirsin. Hatta sonbaharda bir yarışma var, yeni yazar adaylarını keşfetmek için, ona katılırsın sen de belki. Ben çok istiyorum. Yeni hocam da jüride olacakmış.¨


¨Tabii ki, ama öyle tam öykü gibi değiller pek. Kafamda çoğu hala. Sonları ya da başları eksik gibi.¨ Sibel saatinin alarmı çalınca toparlanmaya başladı. ¨Hayallere ya da kitaba dalıp da işe birkaç kez geç kalınca şefim çok kızdı.¨ dedi utanarak. ¨İşten falan çıkarır diye korkuyorum. Benim gitmem gerek. Sen kal istersen.¨ diye ekledi. Gülümsedi yeni arkadaşına.


¨Yok, şu yokuşun başına kadar geleyim seninle, orada ayrılırım. Ben mağazaları bir kolaçan edeyim, biraz vitrinlere bakayım hazır buralardayken. Annemi bahar alışverişine çıkmaya ikna edebilirim belki yarın. Önceden yeni sezonda ne var ne yok bir öğreneyim.¨


Sibel, Serra ile arkadaşlık etmeyi seviyor ama her konuşmalarında ne kadar farklı olduklarını daha derinden hissediyordu. Eskiden haberdar olmadığı bu bambaşka dünyanın aralanan perdelerinden içeriyi gördükçe üzülüyor, bu rahat ve imkanları bol yaşama imreniyor, kendini bodrum katına daha da sıkışmış hissediyordu. Dışardaki hayatlar ulaşılmaz, kendisininki ise çekilmez geliyordu. ‘Yazmak ve yazarak bu hayattan kurtulmak mümkün olsa keşke.’ Yazacak zamanı bile yoktu ki. Cumartesileri moda evine geliyor, pazar günleri de apartmanda ve evde eksik işleri tamamlamaya çalışıyordu. ‘Acaba annem yaşasaydı farklı olur muydu? Ben de çocukluğumu yaşayabilir, çalışmak yerine okula gidebilir miydim? Annem saçlarımı örerken bana masallar anlatır mıydı?’ Gözünden iki damla yaş yastığına süzüldü. ‘Çok özledim annecim seni, kokunu, sesini.’ Yastığın altından çıkardığı bir tülbent parçasını kokladı, koynuna koyup sarıldı.


Serra’nın okuldan erken çıktığı o bahar günlerinde öğlen parkta buluşmaya başladılar. İkisi de birbirlerine kendi dünyalarının kapılarını ardına kadar açmış, bir diğerinin özgürce dolaşmasına izin veriyorlardı. Yaşadıkları şeyleri bazen bir anı, bazen başkasının başına gelmiş bir hikaye gibi kurgular katarak anlatmak aralarındaki oyun olmuştu. Sibel’in bütün hafta içinde en keyif aldığı, kendini on beş yaşında hissedebildiği, özgür olduğu tek bir saatiydi bu. O öğlen ilk Sibel başlamıştı anlatmaya heyecanla.


¨Az daha önümde oturan adamın kucağına düşüyordum. Etrafa baktım. Beşiktaş’a gelmişiz bile...


...Montumu sıkıca kapatıp, kafama da beremi geçirip açık kapıdan dışarı attım kendimi. Akaretler yokuşunu tırmanmaya başladım. Nasıl? Beğendin mi?¨


¨Hemen şimdi mi yazdın bunları kafandan? Sibel ya, inanamıyorum sana. Bizim öykü kursunda kimse yok böyle güzel, böyle akıcı yazabilen. Hocamla seni tanıştırsam, bizi bırakıp sadece seninle ilgilenirdi eminim.¨ Buruk bir kahkaha izledi bu cümleleri.


¨Abartma Serra. Etrafında gördüklerin hakkında kafandan geçenleri sen de çok güzel anlatıyorsun. Hocanın verdiği taktikleri uyguladıkça ve bol bol yazdıkça kaydettiğin ilerlemeyi nasıl görmezsin?¨ Sonra kolundaki saate baktı ve telaşla toparlandı. ¨Ama ben şimdi kalkmazsam, haftaya seninle buluşmak için öğlen arasına çıkabileceğim bir işim kalmayabilir.¨


¨Dün gece rüyamda bir öykümü şu edebiyat dergisine gönderiyorum ve basıyorlar. Sonra editör beni arıyor, ‘Sibel Hanım diğer hikayelerinizi de bekliyoruz. Artık bize her ay yazmanızı istiyoruz. Kendi sayfanız olacak. Herkes bayıldı!’ diyor. Uyanmama yakın, şu moda evinin karşısındaki kitapçıdayım, kitap imzalıyorum. İmza kuyruğu sokaklara taşmış. Ah, keşke gerçek olabilse hepsi. Sadece yazsam ve başka bir şeye ihtiyacım olmasa.¨ Kendini o kadar kaptırmıştı ki hayallerine, Serra’nın sözleri ile sarsıldı.


¨Yalnız annem diyor ki kimse yazarak zengin olamazmış. Hatta ev bile geçindirilebileceğini sanmıyormuş. ‘Bu seninki olsa olsa hobi olur. Üniversiteye girerken işine yarasa bari.’ dedi. Gıcık oldum.¨ Rüyalarını paylaştığı arkadaşı iğneyi batırıvermişti gözü gibi baktığı balonuna.


¨Zaten ben de hayal kuruyorum. Ona da mı izin yok. Nerden basacaklar benim yazımı, nasıl gönderilir yazı dergiye onu bile bilmiyorum. Kaldı ki bilgisayarım yok, nasıl kullanılır fikrim hiç yok.¨


¨Dur ya, hemen indirme öyle kanatlarını yerlere. Ben de gıcık kaptım anneme zaten. Kendinden başkası doğruyu bilmiyor, hem hayallerinin peşinden git diyor... Klasik anne işte. Sen şanslısın valla.¨ Bir an ağzından çıkanları kulakları da duyan Serra pişman oldu ve sustu. ¨Çok özür dilerim. Yemin ederim öyle demek istemedim. Düşünmeden konuşuyordum, çıkıverdi işte. N’olur affet beni.¨ Tamam sorun yok der gibi baktı Sibel arkadaşına. Ne diyebilirdi ki? Sessizliği bozan yine Serra oldu. ¨Ayrıca derdin bilgisayar olsun. Benim eski laptopum var, yenisini aldık çok yavaşladı diye geçen ay. Tam sana göre. Öğretirim de kullanmayı?¨


¨Gerçekten mi? Öğlenleri uyar mı sana. Hemen öğrenirim merak etme.¨ diye heyecanla plan yapmaya başladı Sibel. ¨Ama alamam bilgisayarını. Burada kullanırım, erken gelirim, senin gelmediğin öğlenlerde falan yazarım.¨


Üç öğlen paydosunu almıştı Sibel’in ihtiyacı kadarını öğrenmesi. Hafta için öğlenleri ofiste kalıyor, hafta sonları da bazen eve götürüyordu laptopu. Yazılarını kayda geçirip kendine postalıyordu. İlerde kendisine ait bir bilgisayarı olunca ona kaydedecekti.


¨Sekiz numara bana internet şifresini verdi, akşamları pencerenin önünde yazdığımı görmüş. Anlatınca ne yaptığımı, birkaç kitap da alıp getirmiş sağ olsun. Gözleri doldu verirken, kızına benzetiyormuş beni. Cumartesi ve pazar akşamları işlerim bitince, apartmanın çatıya çıkan merdivenlere bir minder atıp maillerime de bakabiliyorum böylece. Dergide önerilen bloglara göz atıyorum. Belki ben de açarım bir tane. Bu arada iki gün kaldı dergideki ‘Yeni Yetenekler’ yarışmasına katılmak için. Sana okuttuğum son hikayemi göndereceğim sanırım. Sekiz numara da çok beğenmişti.¨


¨Onu değil bir önce yazdığını göndersene, bence bu yarışmaya daha uygun. Benim hoca nasıl öykülerin ödül aldığını anlattı dün. O da jüride biliyorsun.¨


¨Emin misin, sonu hiç içime sinmedi onun. Daha üzerinde uğraşmak lazımmış, bitmemiş gibi geliyor bana. Sen karar verdin mi hangisini göndereceğine?¨


¨Yok, hala kararsızım. Hocam da farklı bir şey denememi önermişti geçen hafta. Yazdığım hiçbir şey ilginç gelmiyor. Ödül mödül alamam ben.¨


¨Canım illa ödül mü alacaksın, benimkini sadece yayınlasalar bile çok mutlu olurum. Daha yeni başladın, olmazsa başka yarışmalara katılırsın?¨


¨Yok, ben hiç senin gibi yazamıyorum. Kimse yayınlamaz benim hikayelerimi.¨ Ağlamaya başladı Serra. ¨Annem de boşuna kurslara gönderdik seni diyecek. Hala bıraktım tenisi diye söyleniyor zaten.¨


Sibel Serra’yı zor teselli ettiği o günü düşündü. Dışarda yağan yağmur içini de soğutmaya başlamıştı şimdi. Ödül alan öyküyü okuduğu andan itibaren her yanını iyice buz kesmişti. Kalbi paramparça idi. Dipsiz bir kuyunun dibinde merdivensiz kalmıştı sanki. Ne kadar aptaldı. Hikayeyi emin olmak istercesine hızla bir daha okudu. Ve altındaki isme tekrar tekrar baktı. Hikayedeki kız kendisiydi. Onun hayatını, oyunlarda anlattığı kurguları, hayallerini, yoksulluğunu ve ona yardım eden zengin ve yazar kızı yazmıştı Serra. Yanağından düşen yaşlar elindeki dergiyi ıslatırken, otobüs camının bir yanından süzülmeye başlayan damla, diğer yandan gelen başka bir damla ile buluşup bir süre beraber yol aldılar. Sonra ayrılıp iki farklı köşeye doğru akarken kayboldular.


Seçil Erginler

15 Mart 2021, İstanbul

 
 
 

Comentários


Post: Blog2 Post

©2020 by Seçil Erginler. Proudly created with Wix.com

bottom of page