top of page

Düş Kapanı

  • Writer: Seçil Erginler
    Seçil Erginler
  • Nov 4, 2018
  • 6 min read

Annemden kalan en sevdiğim şeydi ucunda tüyler uçuşan, yatağımın yanına astığımızda beni kötü düşlerden koruyan düş kapanım… “Sen hiç merak etme, ben de o kapanın içinde olacağım. Seni koruyacağız kabuslardan, kapa gözlerini ve bırak kendini düşler alemine. Hep güzel şeyler göreceksin.” demişti bana doğum günü hediyemi açtığımda. Bana verdiği son hediye olduğundan mı, beni geceleri kötülüklerden koruduğundan mı bilmem hiç ayrılmadım düş kapanımdan. Seneler sonra ilk kez tek başıma kaldığımda, gittiğim yurtta da ilk iş başucumun yanındaki camın önüne astım, yatağımı bile yapmadan.


O sarışın, uzun boylu, incecik kız önünden geçiyordu odamın. “Cici kız başlamışsın yerleşmeye, o pis tüylü şey de ne öyle? Büyücü müsün sen yoksa?” diyerek ağzımı açmama fırsat bile vermeden, kahkahaları koridorda yankılanarak uzaklaşmıştı. Bu kızın yok olmasını diledim bir an… Yurdun kapısından ilk girdiğimde “Kahküllere bak, örseydin iki tane o uzun saçlarını da tam Kezban olsaydın” diyerek omuzumdaki çantayı düşürmüştü yere.


Babamla birlikte, anneme İstanbul’a gitmeden son bir kez veda etmek için mezarlığa gitmiştik. Okulun açılmasına daha bir hafta vardı ama ben erken gidip yurda yerleşmek, etrafı öğrenmek istiyordum. Aslında biliyordum tabii, annem her yerdeydi ve bu da bir veda değildi. “Buraya kadar gelmene gerek yoktu canim, ama çiçeklere bayıldım. Yurttaki odanı görmek için sabırsızlanıyorum. Ayrılırken babana, onu da özleyeceğini söylemeyi unutma olur mu?” “Anne ya, biliyorsun vedalaşacağımı onunla, hatta o Sevda ile de.” “Çok ayıp, Sevda abla de bari, öyle ismiyle hitap edilir mi?” “Kız benden sadece on yaş büyük anne, niye abla diyeyim ki?”


Bizim bu tartışmamız sırasında babam sakince mezarın üzerindeki otları yoluyor, çeşmenin yanından aldığı bülbül ile suluyordu mezarı. “Kuşlar için su koymayı unutma baba iki köşedeki mermer taşlara.”


“Hadi kızım yemeğini ye de sofrayı toplayayım, bütün gün seni bekleyemem ki.” demişti babaannem. Oysa ben annemi bekliyordum, yavaş yerdi yemeğini, en son o kalkardı sofradan ve ben de ona eşlik ediyordum, sohbet ederek keyifle bir yemek yedirtmiyordu babaannem. Annemi o mezarlık dedikleri yeni evine uğurlayalı daha bir ay olmuştu. O hala hep yanımda olsa da, diğerleri bir türlü varlığını kabul etmediği için eskisi gibi olmuyordu. Bir de babaannem “bu evde şımarıklığa yer yok, artık biraz düzene girme zamanı” dediği için olsa gerek eski evimizi ve hayatimizi çok daha fazla özlüyordum. Babaannem ile hep bir acelemiz vardı, hiçbir şeyin keyfine varmak, içine sindirmek mümkün değildi. Yemek, oyun, ders, uyku bile bir acele içindeydi. “Hadi uyan bakayım, okula geç kalacaksın.” derdi her sabah.


O cumartesi kahvaltı saatinden erken kalkmışım, hazırlanmışım, Ayşecik’i uyandırıyorum. Pencerenin önündeki düş kapanını düzeltirken bebeğime sesleniyorum. “Güzellik, kuzum, uyan bak yepyeni bir gün bizi bekliyor. Kuşlar seni çağırıyor, güneş senin için parlıyor.” Gözlerini açtığında hangi rüyaları gördüğünü soruyorum. Yine o renkli gökkuşağına doğru koştuğu, çayırlarda yuvarlandığımız, kelebekleri sessizce kondukları çiçeklerin üzerinde seyrettiğimiz rüyayı görmüş. “Kahvaltı için ne istersin bir tanem, sana reçelli ekmek yapayım mı bu sabah?”. Elime saç fırçamı alıp annemin alındığı günden beri “kızım bu bebeğin saçlarını taramayı bırak, bak kopuyorlar, sonra saçsız kalacak üzüleceksin” demesine rağmen taramakta ısrar ettiğim saçlarına uzanmışım ki babaannemin telaşlı sesini duyuyorum mutfaktan. “Ahmet, hadi uyandır şu uykucuyu, sofrayı hazırladım, bir an önce yapalım kahvaltımızı da, oturup sabah kahvemi içeyim rahatça.” Gözlerimden süzülen yaşları babamdan saklamaya çalışıyorum böyle sabahlarda… O gün Ayşecik’e söz veriyorum, çok çalışacak ve üniversiteyi İstanbul’da kendi başıma okuyacağım.


“Sevda ablan ile yemeğe çıkıyoruz üçümüz bu akşam, sabah söylemedim mi sana, biraz daha şık giyinseydin keşke” demişti babam. Beni dershaneden almıştı. “Baba ben bu akşam size katılmasam olmaz mı, yarın önemli bir sınav var. En iyi çocukların olduğu o özel sınıfa geçmek için çok yüksek bir not almam lazım. Eve gidip çalışsam ben biraz daha.”


Babam gerginken yaptığı gibi, parmaklarını direksiyonda tıkırdatmaya başladı. “Bugün doğum günü Sevda’nın ve sen de üniversiteye gideceksin yakında, ona evlenme teklif etmeyi düşünüyorum. Sen de bizimle ol istedim bu önemli günde.” Ne diyeceğimi bilememiştim. Demek babam beni terk ediyordu artık, İstanbul hayallerimi biliyordu. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.


Bir yandan babamın acele ettiğini düşünüyordum, ama öte yandan babaannemin geçen ay aniden ölümü, üstüne benim gitme planlarım onun bu telaşını anlaşılabilir de kılıyordu biraz. Babamın kendisi için yeni bir düzen kurma çabasına girmesine çok şaşırmamalıydım. Annem, babaannem ve ben her zaman yanında olmuştuk, yalnız başına yaşamamıştı hiç.


Sevda’yı bir yıldır tanıyordu, ben de dört beş kez görmüştüm, yaşına göre olgun biriydi, aynı şirkette çalışıyorlardı. Sevda kendinden bu kadar büyük biri ile çıktığına göre kafasında benden farklı gelecek hayalleri olduğu kesindi. Evlenip, çocuk yapmayı ve evinin kadını olmayı planlıyordu tahminimce. Babamın kafasında kurduğu gelecek resminin ise bu olduğundan pek emin değildim. Söylemeyi istedim, birkaç kez denedim de, ama kelimeler hep boğazımda düğümlendi.


“Böyle özel bir günde beni istediğinize emin misin baba ya, beni eve bırak sen kendin tek başına et teklifini” “Olur mu kızım, ben yalnız bir adam değilim ki?” “Baba saçmalama, ikimiz mi evleniyoruz kadınla. Ben zaten gideceğim sene sonunda İstanbul’a. Siz de artık hayatınızı kurarsınız. Benim de sevgilerimi ilet, hatta arar, doğum gününü kutlar, gelemediğim için özür dilerim ben kendim. Çiçek de alayım surdan, sen verirsin benim yerime.”




“Aferin kızım, her şeyi nasıl da ayarlayıp, kendini de sıyırdın aradan. Gidip yemek yeseydin bari babanlarla, baban teklif olayına girmeden önce dersleri bahane eder onları yalnız birikirdin.” “Ay anne kimseye iki dakika dayanacak tahammülüm yok bu akşam, zorlama ne olur beni.” Neyse ki ikisini de ikna etmeyi başardım, köşedeki çiçekçiden güzel bir demet lale aldım, annem olsa kır çiçeklerini tercih ederdi, ama Sevda için durum farklıydı, mutlaka daha klas ve pahalı bir şeyler olması gerekirdi beğenmesi için. Babama çiçekleri uzattım, “ben yürürüm buradan, hadi sen geç kalma da bekletme kızcağızı, şey pardon Sevda ablayı.” dedim. Babam iğnelememi duymuştu ama bu akşam benimle daha fazla uğraşacak hali yoktu.


Boş vermeye çalışıyordum ama ya akşam ortak mutfakta yemeğimi ısıtırken ‘yanlışlıkla’ çarpıp her şeyi yerlere düşürüyor, ya da odamın kapısına açık saçık resimler, saçma yazılar yapıştırıyordu sarışın kız. Yurtta geçirdiğim zamanın çoğunu onun başıma açtığı dertlerden kurtulmaya, pislikleri temizlemeye çalışarak geçiriyordum.


Bir cumartesi sabahı hazırlanmış, çıkmak için oda kapımı açtığımda, kapının önünde kirli tabaklar, boş bir şarap şişesi ve bardakları ve de kusmuk gördüğümde artık deliye dönmüştüm. “Sen benden ne istiyorsun, hasta mısın kızım sen.” diye bağırmaya başladım. O sırada yurt görevlilerinden biri çağrılmışçasına yanımda beliriverdi. “Bu ne pislik böyle? Bir de bas bas bağırıp sabahın köründe herkesi uyandırmaya utanmıyor musun?” diye bana çıkışınca oraya yıkılıp ağlamaya başladım. Dayanamıyordum, daha ne kadar katlanacaktım bu kıza? Ne istiyordu benden? Onun yüzünden yurdun pasaklısı ilan edilmiştim ve hiç kimse arkadaşlık etmiyordu benimle.


“Çabuk temizle bu pisliği, yoksa müdüre bildireceğim haberin olsun.” dedi görevli. “Peki bunu yapan niye temizlemiyor, benim odamın önünde diye benim yaptığıma nasıl karar verdiniz, gördünüz mu bunları buraya koyarken beni? Gece bunları içtiysem, sabahın bu saatinde bu kadar dinç nasıl kalktım?” diye arka arkaya saydırmaya başladım. Biz atıştıkça, etrafımızdaki kalabalık da artıyordu. Sonunda sorunun şu anda çözülemeyeceğini anlayan görevli, hademeyi yerleri temizlemesi için çağırdı, bana da “seninle sonra görüşeceğiz” dedi ve gitti.


“Sıkma canını bıkacaktır elbet seninle uğraşmaktan” diyordu annem, ama hiç de öyle gelmiyordu bana. Giderek sıklığı ve şiddeti artıyordu saldırılarının. Çok bunalmıştım. Arada ben de ona tuzak hazırlasam diye geçiriyordum içimden, ama annem hemen “Sakın ha, ona uymanı istiyor zaten, sonra sen bir şey yaparken yakalanırsın ve hiç üstünden atamazsın bu lekeyi. Sakın. Çıkar bu düşünceleri aklından.” diyor; ben daha plan yapmadan aklımdaki düşünceleri dağıtıyordu.


Yurtta tek mutlu olduğum anlar, kapımı kilitleyip odamda tek başıma hayallere daldığım, kendi başıma kaldığım zamanlardı. Oysa kaçış olarak gördüğüm İstanbul’u ve özgürlüğü hiç de böyle hayal etmemiştim. Neyseki düş kapanım ilk geldiğim geceden itibaren görev başındaydı. O küçük ormana bakan, geceleri insana ürpertiler veren sessizliği ve ağaçlardan gelen hışırtılarla, yazdan kalma bunaltıcı gecelerde kıyılı duran pencereden süzülen karanlığa rağmen kötü düşlerden beni korumayı başarmıştı. En sevdiğim o renkli gökkuşağına doğru koştuğumuz, çayırlarda yuvarlandığımız, kelebekleri sessizce kondukları çiçeklerin üzerinde seyrettiğimiz rüyayı görebiliyordum hala.


“Bugün ne kadar da güzel olmuşsun.” Aynaya bakarken sabahları duyduğum bu güzel sözleri ve sarışın kızla ilgili uyarıları dışında annemle pek konuşamıyorduk. Babam ise yeni eşi ile balayından döndüğünden beri hep yoğundu. Beni İstanbul’a ziyarete gelmek bir kenara, telefonda bile zor konuşuyorduk.


Yurt, okul, dersler, sarışın kız. Oldukça zorlanıyordum ve yalnızlık üstüme üstüme geliyordu. Babamı çok özlüyordum. Doğum günü için ona bir sürpriz yapmaya karar verdim, onun vakti yoksa gelmeye, ben ona gidebilirdim. Annem gitt


iğinden beri ilk kez bu kadar uzun ayrı kalmıştık. Annem “bence çok sevinecek seni karşısında görünce, merak etme Sevda da iyi davranacaktır sana, sen babanın en sevdiği yazarın son kitabini al, kapıyı çal yeter” diyerek bana güç veriyordu.


Kapıyı tanımadığım biri açtı. “Kime bakmıştınız? Siz kimsiniz?” Kafamdan düşünceler şerit gibi geçiyordu, başka bir eve taşınmış ve bana haber vermemiş olabilirler miydi? O sırada kadın içeriye seslendi. “Sevda Hanım, adının Eylül olduğunu söyleyen bir bayan geldi.” Hiç mi adım geçmemişti evde?


Sevda içeriden evde oturmak için oldukça şık bir kıyafet ve makyajla geldi. Belli ki akşam için hazırlanmıştı. Bu sırada ben hala kapının dışındaydım. “Aaa


. Nerden çıktın sen?” “Babamın doğum günü ya bugün, çok da özledim. Dışarı çıkacaksınız herhalde. Bana da bir sandalye ekleriz değil mi?” diye cevap verdim içeri girerken. “Aslında keşke haber verseydin, bugün ona özel bir haberim var.” Bunu söylerken bir eli ile karnını yavaşça okşadı. Tahminlerimde yanılmamıştım. “Anlıyorum, ama ben de babamı çok özledim ve ben de ona sürpriz yapmak istedim. Hepsi bir arada olsa, daha güzel olmaz mi?” Suratı buruştu, ne evet ne de hayır diyebildi. “Herhalde bu akşam odana saklan, sabah kahvaltıda çıkarsın ortaya demeyeceksin değil mi?” dedim acı bir gülüşle.


Ve o anda duyduklarımla dondum, ne yapacağımı şaşırmıştım. Ağzımı açtım, ne söyleyeceğimi bilemiyordum ama sesim de çıkmıyordu zaten. Odamı yatılı hizmetçiye vermişlerdi. Zaten ev de küçük geliyordu. Bu akşamki sürprizden sonra herhalde şehrin biraz dışındaki müstakil villalara bakmaya başlarlardı. Tabii ki ben de bu evin kızıydım ama artık büyümüştüm ve yeni bir ailesi vardı babamın. Geleceğimi hiç düşünmemişlerdi, falan filan.


Babamın aklından ve hayatından beni çıkarmaya mı çalışıyordu bu kadın? Bu kadar çabuk unutulacak mıydım? Annemin derinlerden gelen sesini duydum o an: “Sakın ol bebeğim, her şey yoluna girer elbet.”


Arkama bile bakmadan merdivenlerden fırlayarak indim ve babamın yakınlardaki işyerine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım.


Seçil Erginler

4 Kasım 2018

 
 
 

Comments


Post: Blog2 Post

©2020 by Seçil Erginler. Proudly created with Wix.com

bottom of page