Bir Tane Daha Alabilir Miyim Anne?
- Seçil Erginler
- Sep 15, 2018
- 6 min read
Yazar çok uzun zamandan beri onun üzerinde çalışıyordu. Çok özenmişti hayalindeki kitabı hayata geçirmek için. Resimlerini kızı ile oğlu birlikte çizmişlerdi. Kimi zaman kuru boyalarla çiziyorlar, sonra mumlu boyalar sayfanın üzerinde kayarak çizimlere renk veriyorlardı. Sayfalar yırtılmaktan korkarak ve de merakla nefeslerini tutup, sonucu bekliyorlar, aşınmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yazar çalışmasını tamamladığında, yeni eserine gururla ve iyi bir iş çıkarmanın tatmini ile bir baktı. Sıra onu bastırıp, okuyucularına ulaştırmaktaydı. Kocaman makinaların sağa sola koşuşturup, yüksek sesle kavgalar ettiği o büyük matbaaya küçücük bir kutucuğa kayıtlı bir dosya olarak getirilmişti. Yolculuğu başlamıştı. Küçük kutudan etrafına baktığında her şey olduğundan da büyük görünüyordu. Yanında konuşacak kimsenin olmaması ne büyük talihsizlikti. Her şeyi aklında tutmaya çalışıyordu ki ilerde anlatabileceği bir hikayesi olsun. Yazarının ona yolculuğunun başladığı gece söyledikleri kulaklarında çınlıyordu: “Nerede oturursa otursun, imkanı ne olursa olsun, kız ya da erkek, yalnız ya da dostlarla çevrili, tüm çocuklara ulaşmanı istiyorum senin. Sana ihtiyaçları var. Sadece henüz bilmiyorlar.” diyerek göz kırpmıştı ona. Bu kadar da sorumluluk yüklenir miydi minicik bir kitaba. Matbaanın büyüklüğünden başı dönmüştü. Basılmakta olan binlerce kitap ve devasa makinalara ağzı açık bakakalmış, etrafına bakınırken düşmemek için kutunun kenarlarına sımsıkı yapışmıştı. Önce makinaların onu ezmek için üstüne hızla geldiklerini düşünüp kenara atmıştı kendini. Bunu farkeden bir el tam zamanında onu olması gereken yere getirmişti de, giriş sayfasının önce resimleri sonra da yazıları basılabilmişti üzerine. Yazarın el yazısından, ufak kutucuğa, şimdi de gerçek bir kitaba dönüşüyordu. İçindeki resimlerin, renklerin, harflerin ve kelimelerin ahenkle dans ettiklerini farketti. Her yerde kendisini görüyordu, gözleri parladı, mutluluktan ve gururdan sarhoş olmuştu. Ona olacakları anlatırlarken bu anı bir türlü hayalinde canlandıramamıştı. Yazarın evindeki arkadaşlarının bahsettikleri bu olsa gerekti. Derken, kendini on-on beş başka yeni kitap ile karanlık küçücük bir odada sıkış tıkış buluverdi. Başlangıçta hareketsizdiler, hareket etmeye başladıklarında uzun bir süre düz bir kaydıraktan kayarcasına ilerlediler, sonra birden havalandılar veee gümm. Sanki üstlerine, sağlarına sollarına onlar gibi bir sürü küçük odacık yerleşmeye başlamıştı. Bunu etraftan gelen seslerden anlıyordu. Bir de daha taslak halindeyken eski bir kitapla tanışmıştı. Sonra öğrenmişti onun yazarın ilk hayat verdiği kitap olduğunu. Bizimkine kendi yolculuk hikayesini anlatmıştı tüm detaylarıyla. “Bana abla diyebilirsin, benzer bir yolculuğa çıkacaksın pek yakında sen de. Tabii bazı şeyler değişmiştir ben doğduğumdan beri mutlaka. Yine de sana bir fikir verebilir benim hikayem.” demişti. Galiba satışa çıkacağı kitapçıya doğru yolculuğu başlamak üzere idi. Sonra aniden karanlık düşünceler sardı aklını. Ablasi ona “endişelenme, sonunda hep bir çocuğa, seni sevecek okuruna kavuşacağın mutlu anı düşün” demiş olsa da, tanımadığı bir yere, doğduğu, alıştığı, arkadaşlarının olduğu evinden uzaklara gidiyordu. Vazgeçmişti, geri dönmek istiyordu ama ona sormamışlardı ki ister misin diye aslında? Ablasını bir daha göremeyecekti. Arkadaşlarını, resimlerini boyayan mum boyaları. Ama en çok da yazar ile çocuklarını özleyecekti. Şimdi geceleri korktuğu zaman onu kim sakinleştirecek, sıkıldığında ona kim masallar anlatacak, oyunlar oynayacaktı. Seyahat bitip de kitapçıda yerini aldığında, onu alacak küçük çocuk gelene kadar tanımadığı bilmediği bir yerde, kendi başınaydı. Yazarın evindeki arkadaşlarıyla çok güzel bir ilişkileri vardi. Hepsini tanıyor, seviyor ve anlıyordu; onlar da onu. Şimdi oyun zamanı olmalıydı, “Hadi gezilerle ilgili kitabı okuyalım bugün.” “Hayır ben oyun kitabını alıp yeni bir oyun denemek istiyorum.” diyen yazarın çocuklarının seslerini duyar gibiydi. Şimdi gideceği yeni evde, onu sevip, onunla konuşacaklar mıydı, yeni arkadaşları olabilecek miydi acaba? Daha önce üç dört ev gezmiş bir başka çocuk kitabından duydukları aklına geldikçe tüyleri diken diken oluyordu. Özellikle ikinci sahibi olan haylaz çocuğun sayfalarından uçak yapmasını, şekerli elleri ile onu tutup, yapış yapış ettiğini, evin annesinin son anda sayfalarını kurtarıp tamir ettiğinden bahsetmişti, üzerindeki bantları göstererek. Ya onun da öyle bir sahibi olursa, yeni hayatına başladığını düşündüğü o ilk gün, aslında son günü olursa. Bütün bunları düşünürken uyuyakalmıştı ama daha tam uykusunu alamadan tedirginlik içinde uyanıverdi. Gerinerek kendine gelmeye çalıştı ama, etrafındaki kitaplar, ‘ne yapıyorsun, yer mi var gerinecek?’ dercesine homurdandılar. Karanlık olduğu için hala nasıl baktıklarını göremiyordu ona. Artık hareket halinde olmadıklarını farketti, “geldik mi acaba son durağa?” diye sordu yanındaki kitaba. “Bilmem. Sanırım geldik. Uzun zamandır hareketsiziz. Uzaktan insan sesleri geliyor.” Sesler giderek yaklaşmaya başladı. Kaldırıldıklarını hissetti. Tam bir yere savrulacaklarını düşündüğü sırada bir ses “Bu kutuyu Leyla Hanım için ayırın!” dedi. Leyla Hanım da kimdi? Kitaplar arasında bir mırıldanma başlamıştı. Yoksa kitapçıya gitmiyorlar mıydı? E peki o zaman çocuklara nasıl kavuşacaklardı. Bitmemiş miydi yolculukları, artık çok bunalmışlardı ama. Bizimki hemen “sakin olalım, yazarımız hepimizin bir şekilde çocuklara ulaşmasını sağlamıştır eminim. Hemen telaşlanmayın.” dedi. Allahtan karanlıktı da kimse sararmış suratını göremiyordu. Bu cesaret de nerden gelmişti. Böyle diyordu ama aklından o yaramaz çocuk da bir türlü çıkmıyordu. Acaba çocuğu kitapları parçalıyor diye Leyla Hanım aynı kitaptan bir kutu mu almıştı? Yoksa onları bir köy okulundaki öğrencilere dağıtmaya götürüyor olabilir miydi? İkinci düşünce biraz olsun rahatlattı onu. Kendisini alacak çocuğun onu sevgiyle okumasını hayal etmişti hep. Tüm diğer kutular gitmiş olmalıydı, etrafı bir sessizlik kaplamıştı. Bir süre sonra Leyla Hanım olduğunu düşündüğü bir ses duyuldu. “Merhaba, geçen hafta arayıp yeni çıkan çocuk kitaplarından ayırtmıştım. Gelmiş olmalılar. Paketim hazırsa alayım şimdi, postalamanıza gerek yok. Kutudaki etiket Kırklareli...” Tam nereye gideceklerini duyacaklardı ki yoldan gürültü ile geçen bir kamyon, üstüne üstlük bir de en yükseğinden korna çalmaz mi? Serüveni bitmemişti, merakla geçecek bir yolculuk daha başlamıştı. Hafif hafif sallanarak ilerlediler kutunun içinde. Sonra yavaşça bir yere bırakıldılar. Sanki pamuk şekerinden bir bulutun üstündeymiş gibi, salıncakta sallanıyorcasına daha yumuşak, hoş bir seyahatti bu seferki. Hiç bitmesin diyebilirdi, merak ve aydınlık özlemi üstün gelmeseydi eğer. Derken uykuya yenik düştü yine. Yolculuk düşündüğünden de uzun sürmüştü. Yorgunluk ve rahatlık bir araya gelince, radyodan gelen tanıdık klasik müzik ezgileri de eklenince, yazarın evindeki akşam üzerlerini hatırlamış, kendini bırakıvermişti. Gözünü açtığında, bir çok kitapla beraber kocaman tekerlekler üzerindeki raflarda ilerliyordu. Etrafta tavana kadar sıra sıra dizilmiş bir çok kitap gördü gözlerini ovuşturması bitince. Çok hoş, değişik bir kokusu vardı buranın. Tekerleklerin üstündeki herkes kendisi gibi gıcır gıcır değildi, yeni kitap gibi kokmuyorlardı hepsi. Yine de çok özel ve tanıdık bir koku alıyordu. Tekerlekli rafları iten kadın sola doğru bir manevra yapınca, tanıdık gelen kokunun yanına doğru kaydı ve bir kitaba çarptı. Bir yandan da onları itmekte olan kadın acaba Leyla Hanım olabilir mi diye düşünmeden alamıyordu kendini. “Merhaba! Günaydın mi demeliyim yoksa? Çok yorgunsun herhalde.” diye söze başladı çarptığı kitap. “Uzun bir yoldan gelmiş olmalısın. Aramıza hoş geldin.” “Hoş bulduk.” dedi tedirgin ve çekingen bir sesle. “Neresi burası?” “Kırklareli İl Kütüphanesi. Şu anda gittiğimiz yer ise çocuk bölümü. Sen ve arkadaşların yeni geldiniz, bizler ise minik seyahatlerimizden geri dönüyoruz. Kütüphaneci Leyla Hanım bizi raflarımıza yerleştirecek.” “Eyvah” diye düşündü bizim yeni, gıcır kitap. Şimdi elden ele hemen yıpranacağım, beni seven ve elinde tutacak, özenle bakacak bir sahibim olmayacak.” Ağlamaklı olmuştu hemen. “Buradaki çocuklar bizi çok severler, kütüphanede neredeyse hiç zaman geçirmeyiz, iki üç günde bir minik seyahatlere çıkar geliriz. Anlattığın hikayeyi sevdirirsen, sen de bol bol gezebilirsin. Endişelenme alışırsın ve seversin kısa zamanda sen de.” diye eklemek ihtiyacı duydu yeni kitabın kapağının hüzünle kıvrıldığını farkedince. O sırada kendisi ile aynı adı taşıyan buraya kadar birlikte seyahat ettiği diğer kitaplar raftaki yerlerine, itiş kakış içinde yerleştiler. Leyla Hanım bir tek onu alıp rafa koymamıştı. Yolculuk arkadaşlarından da mı ayrılıyordu şimdi. “Off bitmedi çilem, şimdi ne olacak, beni geri mi verecekler? Basım hatası falan mı var bende? Niye rafa konmadım?” diye sızlanınca, eski kitap kendini tutamayıp kahkahalar atmaya başladı. O daha neden gülüyorsun diyemeden ve adını bile öğrenemeden eski kitabın, Leyla Hanım onu eline aldı ve bir masaya doğru yürümeye başladı. Masanın üzerinde kendisine benzeyen yepyeni başka kitaplar duruyordu. Burası da neresiydi? Hemen gözyaşlarını siliverdi, kapağını düzeltti. Diğerleri ikili üçlü kendi aralarında konuşuyorlardı. Leyla Hanım onu en öne başka bir kitapla birlikte dik biçimde yerleştirerek masadan ayrıldı Leyla Hanım. Tüm cesaretini topladı ve zor duyulan bir sesle “Merhaba” dedi. Yazarın evindeki arkadaşlarını düşünüyordu, onları özlemeye başlamıştı bile. Sonra bir ses duydu kendisininki gibi ürkek. “Merhaba. Sen de mi yeni geldin buraya? Benim ilk günüm.” Bunu duyunca biraz ferahladı bizimki, yalnız değildi. En azından kendisi gibi yeni olan başka bir çocuk kitabı daha vardı kütüphanede. “Yeni geldim buraya. Rafa koymadılar, bu masaya getirdiler beni de. Niye buradayız sen öğrenebildin mi bari?” O sırada masaya gelen bir kız çocuğu kitaplardan birini kaptı ve yanındaki arkadaşına “Aaa bak yeni kitaplar gelmiş bir sürü.” dedi. Arkadaşı da başka bir kitabı aldı ve raflara yöneldiler. Canları sıkılmıştı bizimkilerin. “Suratımıza bile bakmadılar, ellerine alıp arka kapağı çevirmediler, sayfalarımızı açıp güzelim resimlerimizi görmediler. Bu masada kalacağız ve hiç okunmayacağız.” derken sesi titriyordu diğer yeni kitabın. Tam o sırada masaya doğru başka bir çocuk yaklaştı. Uzanarak eline aldı bizimkinin yeni arkadaşını. İçine baktı, arkasını okudu ve kolunun altına yerleştirdi. Hüzünlendi bizimki, tam da yeni bir arkadaş edinmiş olmanın sevinci içindeyken yine yalnızdı şimdi. Çocuk tam gidecekken geri döndü, annesi de gelmişti yanına o sırada. “Anne demin bana kütüphaneyi tanıtan yeni arkadaşım bu masayı çok övdü biliyor musun? En yeni, en güzel çocuk kitapları ilk burda dururmuş. Leyla Hanım da şu kitabı biraz önce koydu masaya. Burada onu okuyan ilk çocuk ben olmak istiyorum. Hem kapağında taşınma kamyonunun arkasından koşan düşmüş kitapların çok güzel bir resimi de var. Alabilir miyim bir kitap daha, söz hemen okuyacağım. Hatta eve gidince Can’i arayalım görüntülü, gelmiştir o da okuldan. Teneffüste bugün ne oynadıklarını anlatır bana. Ben de ona yeni kitaplarımı gösteririm. Sonra birlikte kitap okuruz. Olur mu, n’olur annecim n’olur…” Seçil Erginler Eylül 2018

コメント