Bilinmeyen Numara
- Seçil Erginler
- Sep 1, 2020
- 6 min read
Ocağın üstündeki su kaynayıp da taşmaya başlayınca tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Kalktı ve ocağı söndürdü. Uzun uzun demlenmesini bekleyecek hali yoktu. Demliğe doldurdu önce dumanı tütmekte olan suyu, ve az salladıktan sonra bardağını doldurdu hemen. Yıllarca bekledim de ne oldu diye düşündü. Bir yudum aldı. Tadı kötüydü. ¨Yine de bazı şeyler beklemeye değer!¨ dedi sanki onu biri duyabilecekmişçesine. Çayı lavaboya boşalttı.
Radyoya yöneldi sonra. Evin içini bir ince keman sesi doldurdu. Sanki kalbinin üstünde gidip geliyordu arşesi kemanın. Sesini duymak bile canını yakmıştı. Yine de müziği kapatmadı. Odasına gidip yerlere atılmış kıyafetlerini, kitaplarını, defterlerini topladı, düzenledi. Kirli çamaşırlar makinaya, defterler ve kalemler çekmeceye, yazılmış, üstü karalanmış öyküler kutusuna girdi. Perdeyi açtı. Güneşi ve mis gibi iyot kokusunu rüzgarla birlikte içeriye davet etti.
Bikinisini, askılı bir bluz ve yırtık kot şortunu da giydikten sonra aynada kendine gülümsemeye çalıştı. Masanın üstünden aldığı yarım kalmış kitabını, defter ve kaleminin olduğu çantasına koyduktan sonra fermuarlı cepte bulduğu parlatıcıyı dudağına sürdü. Kapıyı kilitleyip çantasından çıkardığı güneş gözlüklerini de taktı ve kendini apartmandan dışarı attı sonunda.
Önce derin bir nefes aldı. Güneşin ısıttığı vücudunu saran rüzgarın serinlettiği havayı içine çekti. Dalgaların sesini dinleyerek kumsala doğru yürümeye başladı.
Plajın hemen yanındaki, Hasan amcanın çay bahçesine götürdü onu ayakları. Denize en yakın masa boştu, oraya oturdu. Ağacın gölgesinde ayaklarını güneşe doğru uzatıp kahvesini beklerken telefonu çaldı.
‘Hande’cim, sonunda açtın canım ya. Merak ettim seni, sesin çıkmıyor bir haftadır. Nerelerdesin, ne oldun?’
‘Selam Dilara ya! Nerede miydim? Bir öyküye dalmış gitmiştim diyelim. Bir süredir dipteydim. Döndüm bu sabah. Şimdi sahile indim, Hasan amcanın ordayım. Bir kahve içip yeni bir öyküye başlamaya niyetleniyorum. Sen ne yaptın canım?’
‘Kızım unuttun mu benim bütünlemeler var ya! İstanbul’a döndüm mecbur. Bir haftadır kampa soktum kendimi. Bitince döneceğim.’
‘Ha, doğru. Unutkanlık da başladı galiba bende. Beni okuldan aradılar hafta başı.’
‘Niye, erken mi başlıyormuş bu yıl seminerler.’
‘Keşke! Sözleşmemi yenilemiyorlar kızım. Sıçtım ya. Roman hayalim tam hayal oldu. Para kazanmanın bir yolunu bulmalıyım.’
‘Aa, niye? Nereden bulacaklarmış senin gibi edebiyat hocasını? Boş ver canım ya, sıkma kendini hemen. Buluruz bir çözüm elbet.’
Sevgilisi onu yaprakların döküldüğü sırada terk ettiği günden beri, işine ve romanına sarılmıştı. Üstüne şimdi işini de kaybedince, dengesi bozulmuş, hayatı iyice karışmıştı. Yazmalıydı. Anlamak için, kendini bulup bu girdaptan çıkarmak için, bir çözüm bulmak için yazmalıydı.
Dilara’nın sorularının sonunun gelmeyeceğini bildiğinden, iyi olduğuna onu inandırıp, yarın arayacağına da söz vererek telefonu kapattı. Kahvesinden bir yudum aldı. Elinde kalemi boş sayfalara kelimeler kondurmaya başladı.
Hasan amcanın küçük oğlu ¨Hande abla ne yazıyorsun bugün? Ben de var mıyım hikayende?¨ diye sorduğunda öğlen olmuştu çoktan ve Hande iki saattir durmaksızın yazdığından kolları ağrımış, karnı acıkmıştı.
‘Olmaz mısın Ahmet, kitabın kahramanı her gün senin getirdiğin kahveleri içiyor zevkle.’
Ahmet ağzı kulaklarında, ‘Getireyim mi bir tane daha?’ deyince,
‘Yok acıktım şimdi, zeytinyağlı ne var bugün?’ diye sordu Hande.
Çocuk aldığı siparişle mutfağa yöneldi. O sırada çantadaki telefona bir mesaj sesi geldi. Deniz de çok güzel görünüyordu. Yazarken yorulmuş, sıcaktan da bunalmıştı. Yemek gelene kadar biraz yüzmeye karar verdi.
Dibindeki çakıl taşlarını görebildiği buz gibi suya dalmak çok iyi gelmişti. Ahmet’in yemeğini getirdiğini görünce denizden çıktı ve hemen peştamalına sarıldı. Islak vücudu sandalyenin çiçekli minderini ıslatmasın diye minderi kaldırıp yandaki sandalyenin üstüne koydu. Mevsim salatası ve bol yoğurtlu patlıcan kızartmasına gömüldü.
Zihni de bu sırada para kazanmak için yapabileceği işlerle ilgili düşünceler arasında dolaşıyordu. Acaba bir fırsat olabilir miydi bu? Yıllardır hayalini kurduğu editörlük kariyerine başlayabilir miydi sonunda? Belki bir yandan da romanını tamamlayıp, kitap çıkarma hayallerini gerçekleştirebilirdi?
Yemeğini bitirmiş, salatanın suyuna ekmeğini banarken, telefonunun çınlamasına bu sefer ilgisiz kalmadı. Bilinmeyen numaradan gelen mesajda ‘Hande’cim selam, neredesin?’ diyordu.
Samimi olduğu biri olmalıydı, senli benli konuştuğuna göre. Ama kimsenin numarasını silmek adeti olmadığına göre kimdi bu telefonunu bilmediği arkadaşı?
Cevap vermeden önce Dilara’ya ‘Bu numarayı tanıyor musun?’ diye yazdı. Dilara tanımıyordu. Birkaç kişiyi daha denedi Hande. Sonuç alamadı. Merak sarmıştı içini.
Tam bir cevap yazmaya başlamıştı ki, üşendi. Aramanın daha iyi bir fikir olduğuna karar verdi.
‘Alo! Merhaba, şey ben Hande...’
‘Merhaba Hande’cim! Ben de senden haber bekliyordum. Sesini duymak ne güzel.’ Yakın birinin sesi idi bu. Uzun süredir duymadığı bu sese bir yüz kondurmaya çalışırken, birden gözleri parladı Hande’nin.
‘Barııış! Nerden çıktın sen? Mesajını okuduğumdan beri kim bu diye aranıyorum. Yeni numaranı bilen yok. Nerelerdesin ne zamandır?’
‘Yakınlarda!’ diye cevap verdi Barış.
‘Nasıl, burada Datça’da mısın yoksa? Harika!’ derken birden ortaya çıkan bu neşeli haline kendi de şaşırmıştı Hande. Merakla ekledi. ‘Neydi konuşmak istediğin şey benimle?’
‘Böyle telefonda olmaz, sen tam neredesin? Müsaitsen hemen gelebilirim!’
‘Her zamanki gibi, Hasan amcanın oradayım. Denize girdim ben de demin. Aç mısın? Senin sevdiğin kızartmadan var bugün menüde! Ayırtayım bir tabak?’
‘Gerçekten mi? Süper olur. Tamam, birazdan görüşürüz o zaman.’
Telefonu kapattıktan sonra Hande Barış’ı en son ne zaman, nerede gördüğünü düşünüyordu. İki yıl kadar önce yedikleri içtikleri ayrı gitmezken, tam da Hande Barış’tan etkilendiğini sonunda kendine de itiraf edip ona açılma planları yaparken ortaya bir kız çıkmıştı.
Barış’ın herkesten gizlediği uzatmalı nişanlısı olarak tanıtmıştı kendini bu kız. Kısa bir süre içinde de sessiz sedasız ikisi birden ortadan kaybolmuşlardı. Telefonu da bir daha cevap vermemişti Barış’ın. Hande ona açılamamış, üstelik birlikte yaptıkları tüm iş planları da suya düşmüştü. Bir süre dönmesini beklese de sonunda ümidi kesmiş ve hayatına kaldığı yerden devam etmişti Hande. Şimdi onu tekrar görme fikri çok heyecanlandırmıştı onu.
Yemeğin üstüne söylediği sade Türk kahvesinden bir yudum alırken, Barış’ın yeni numarasını da telefonuna kaydetmeyi ihmal etmedi.
Zayıflamıştı biraz, ama giyimi kuşamı, yürüyüşü ve bakışları aynıydı. Merhaba derken yüzünü parlatan gülüşüne yanaklarındaki gamzeler eşlik ediyor, alnına düşen dalgalı saçları, rüzgarda gözüne geliyordu. Güneş gözlüğünü çıkardı Hande, ayağa kalktı ve sarıldılar. Sanki hiç ara vermemiş gibi, daha dün akşam kadehlerini tokuşturmuşlar gibi sarıldılar.
‘Nerelerdesin ya Barış? Çektin gittin, yok oldun bir anda. İz bırakmadan! Telefonunu bile değiştirir mi insan yahu? Ne yaptık biz sana?’
‘Anlatsam roman olur Hande. Sen de yazıp meşhur olursun. Ama benim hayatımla meşhur olma diye anlatmayacağım!’ Gülüştüler.
Ahmet elindeki tepsi içinde bir tabak yoğurtlu patlıcan kızartması ve sodayı getirip Barış’ın önüne koydu. Soluk almadan yemeğe başlayan Barış lokmalarını yutmaya çalışırken konuşmaya devam ediyordu.
‘Uzun, tatsız ve de talihsiz bir hikaye. Neyseki bitti. Tüm bağlarımı kopardım geldim. Ne ben dönebilirim artık, ne de çekebilirler tekrar o dipsiz kuyuya beni.’
‘Şiir gibi konuşuyorsun Barış. İyice meraklandım bak şimdi.’
‘Seninkisi yazar merakı.’ Bir kahkaha attı Barış.
‘Zamanlaman çok feciydi Barış ya, tam tüm gücümü toplamışım, sana açılacağım, sen tam da o buluşmaya gelmedin. Bendeki hayal kırıklığı epey bir öyküye malzeme oldu valla.’
‘Anlamadım, sen bana açılacak mıydın? Nasıl yani?’ Sodasından son bir yudum aldı Barış.
‘Neyse geçti bitti hepsi, önemsiz bir ayrıntı! Boş ver.’
‘Nasıl önemsiz. Ben de zaten hislerim karşılıksız diye o kadar kolay boyun eğdim kadere oysaki.’
‘Uf, dalga geçme Barış benimle. Zaten canım sıkkın. İyice daraltma beni sarkazmınla.’
‘Ne olmuş ki hayatına? Anlat bakayım neler oluyor o küçücük dünyanda?’ Göz kırptı Hande’nin her bam teline basışında yaptığı gibi.
‘Geçen hafta itibariyle işsizim. Şu öğretmenlik işinde bu sene yenilemiyorlar sözleşmemi. Çok fazla edebiyat öğretmenleri varmış, talep düşmüş bizim bölüme falan filan.’
‘Ne iyi işte, sen de zaten daha fazla vaktim olsa yazmaya ayırsam, bir yerlerde editörlük yapsam demiyor muydun hep?’
‘Oğlum bekara karı boşamak kolay. İşim varken para da vardı. Şimdi nasıl dönecek bu değirmenin suyu? Beni kapıda beklemiyorlar gelip editörlük yapayım, kitabımı vereyim bassınlar diye.’ Omuzlarını düşürüp ümitsiz bir iç geçirdi Hande.
‘Zamanında gelmişim öyleyse. İşte tam burada devreye giriyorum ben de. Gidişim gibi, dönüşüm de muhteşem olacak!’
‘Ne zırvalıyorsun Barış ya! Hala hiç hoşlanmıyorum gerçekten canım sıkkınken ti’ye alınmaktan!’
‘Yok ya, valla dalga geçmiyorum. Hatırlıyor musun ben gitmeden yaptığımız planları, iş ile ilgili? O konuştuğumuz sanal yayınevi kurma fikrini falan. Sen editör olacaktın. Gelen kitap basma talepleri ile ilgilenecek ve yayınlanacak olan kitapları düzeltecektin hani.’
‘Ah! Evet, hatırlamaz mıyım?’ Derin bir iç çekip o günleri düşündü bir an Hande.
‘İşte o hayali baya ilerlettim, üstünde çalıştım. Sonuna gelmek üzereyiz. Site kuruldu, şirket kuruldu. Reklam planlaması bile yapıldı. Bir tek eksiği kaldı!’
‘Ooh çok heyecanlı, ne güzel hayallerine ulaşmak üzeresin yani. Neymiş eksiğin? Paraysa bende yok tahmin edersin ki!’ derken acı bir kahkaha attı Hande. O işi birlikte yapmayı ne çok istemişti. Hep burada kalabilir, çalışırken bir yandan da yıllardır yazmaya çalıştığı romanına bile odaklanabilirdi.
‘Gerçekten eksiğimin para olup da, sana bunun için geldiğimi düşünüyor olamazsın Hande. Hayal gücüne ne oldu?’ Barış göz kırparak Hande’ye o içini titreten bakışlarından birini gönderdi.
‘Hadi gel ortağım, editörüm, yazarım ol. Birlikte yapalım bu işi, iki yıl önce hayal ettiğimiz gibi.’ diye ekledi Barış.
‘Nasıl yani, bu kadar ilerledin projede ama hala editör falan bulmadın mı kendine?’
‘Birçok adayla görüştüm ama bir türlü beğenemedim birini. Senin vizyonun çok farklıydı. O yüzden sen tamam hazırım dediğin an harekete geçip başlayabiliriz.’
Hande’nin gözleri parlıyordu. İnanılmaz bir teklifti bu, kendini masanın altondan çimdiriyordu rüya olmadığına emin olmak için. Tam hayal ettiği şeylerdi Barış’ın anlattıkları. Kendini tutamadı ve Barış’ın boynuna atladı. Yanağına kocaman bir öpücük kondurmak üzereydi ki Barış muzipçe başını çevirdi ve onu dudakları ile karşıladı.
Seçil Erginler
01 Eylül 2020, İstanbul
Commentaires