Babam Nerede?
- Seçil Erginler
- Nov 24, 2019
- 5 min read
¨Anne, çok acıktım. Bir tane tavuklu sandviç versene.¨ ¨Kızım, bismillah daha yeni bindik, tren hareket bile etmedi.¨ Kafam cama dayalı, annemle aramızda oturan küçük kardeşimin tüm sıkıştırmalarına rağmen, elimde tavuklu sandviçimle etrafı seyrederken benden mutlusu yoktu. Heyecanım doruklarda olurdu hep babaannemlere giderken. Geçen yazdan beri görmediğim babaannemi, kuzenlerimi; onlarla çıkarıp mahallede sattığımız dergileri, oyunlarımızı, akşamları annemlerle gittiğimiz açık hava sinemalarını, sinemada çekirdek çitleyip gazoz içmeyi, şehirde bulamadığım özgürlüğü, yazı kısacası her şeyi çok özlemiş olurdum hep.
Annem bu seyahatler için mutlaka bir gün önceden tavuk haşlar ve köfte pişirirdi. Öyle büfelerde satılan, ne olduğu belirsiz abur cuburlardan, yağlı tostlardan yediremezdi bizlere. Evde bin bir naz ile hep tabakta bıraktığım yemekleri trene bindiğim anda üç gün aç kalmışçasına iştahla yerdim ben de. Yemek faslı sona erdiğinde herkes kendi haline dönerdi. Annem ile babam karşılıklı ya da iki koridor kenarında oturur, sigaralarını yakıp ancak kendilerinin duyabileceği kısıklıkta koyu bir sohbete dalarlardı. Arada yakalayabildiğim birkaç kelimeden bazen okulları ile ilgili bir konuda, bazen de memlekette olan bitenlerle ilgili konuştuklarını anlardım. Kardeşim elindeki bebekle oyalanır, şansı varsa ön veya arka koltukta bulduğu bir arkadaş ile yol boyunca evcilik oynardı. Bir keresinde yeni arkadaşı ile saklambaca kalkışmışlar ve uyuyan bir yolcunun koltuğunun altına saklanmaya kalkınca vagondaki çocuk sahipleri ile çocuksuz yolcular arasında bir tartışmaya yol açmışlardı. Sonunda saklambaç yasaklar listesindeki yerini almış, okuma yazmayı yeni öğrenen kardeşim ise ‘İsim-Şehir’le yetinmek zorunda kalmıştı.
Bense yolculuklarda karnımı doyurmaktan başka manzaraya dalıp hikayeler uydurmayı ve yanıma aldığım kitapların hayal alemlerinde dolaşmayı tercih ederdim. Verilen molalardan; ¨kızım biraz kardeşinle ilgilensen, gördün mü bilmem kimin kızı da buradaymış, onunla sohbet etsene azıcık¨ diretmelerinden hiç hoşlanmazdım.
Bir keresinde yine Haydarpaşa’daki o heybetli gardan kalkacaktı trenimiz. Babam bu sefer biraz daha rahat bir yolculuk olsun diye birbirine bakan, ortasında ufak bir masa olan koltukların olduğu bir vagondan bilet almıştı. Bavullarımızı yerleştirdikten sonra dördümüz karşılıklı oturmuş, ben yine pencere kenarını kapmıştım. Dışarıda vagonlarını arayan yolcuları, diğer trenleri inceliyor, anonsları anlamaya çalışıyordum. Bir yandan da yemek düşünmeye başlamıştım bile. ¨Baba dışarda beklerken bu trende bir yemek vagonu var diye anladım yanımdaki adamla kadının konuşmalarından, doğru mu?¨ ¨Evet canım, bu tren babaannenlerden sonra da uzun bir yola devam ediyor, yataklı kompartımanları da var. O yüzden yemek vagonu da eklenmiş, gidip orada yiyebiliyorsun istediğin zaman.¨
Nasıl bir yerdi acaba? Masalarda kimler oturmuş, neler yiyorlardı? Annemden sandviç isteyecektim ama gara gelirken vapurda yediğim aklıma geldi. Biraz daha beklemeye karar verdim. Annem aklımdan geçenleri anlamış gibi bana bakıp gülümsedi. Cam kenarındaydım ama bu sefer ters oturmuştum. Geride bıraktığımız evleri, ağaçları, insanları, istasyonları inceliyor, hayaller kuruyordum. Bu evde kim yaşıyor, sabah kalktığında işe gitmeden önce ne düşünüyordu. Karşı apartmanda onu her sabah sessizce uğurlayan genç kızın farkında mıydı? Acaba onlar da bu trene binip seyahatlere çıkıyorlar mıydı?
Sonra camda bana el sallayan bir kız gördüm. Trenin hızla ilerlemesine rağmen, evlerin çatılarında, otobüs duraklarının önündeydi hala. Her şey geçip gidiyor, o camdan bana el sallamaya devam ediyordu. Kafamı çevirdiğimde koridorun diğer tarafındaki koltuklarda oturan benim yaşlarımdaki, camdaki yansımanın aslını gördüm. Bana bakıp kısık bir sesle ¨Merhaba.¨ dedi. Elinde benim de kucağımda olan, birazdan okumaya devam etmeyi düşündüğüm kitabın aynısından duruyordu. Hemen ben de ¨Merhaba, aynı kitabı okuyoruz.¨ dedim. Başını evet der gibi salladı. Kardeşim o sırada annemin kucağında olduğu için birbirimizi rahatça görüp konuşabiliyorduk ama yine de biraz daha yaklaştık.
¨Yeni mi başladın bu kitabı okumaya? Sana da ödev olarak mı verdiler yoksa?¨ ¨Yok hayır, anneannem karne hediyesi olarak almış bana.¨ ¨Ne güzel, benim yaz tatilinde okumam gereken üç kitaptan ilki bu. Zamanında bitiremeyeceğim ve sınava kadar da unutacağım diye çok korkuyorum.¨ Şaşırmıştım. Hiç kitap okumaktan korkulur muydu? Anlatmaya başladım; ¨Üçüncü sınıfa geçtiğim yaz anneannem bana kitap okurken nasıl notlar alıp, okuduğumu daha iyi anlayabileceğimi anlatmıştı. O da annemler gibi ilkokul öğretmeni ama şimdi emekli. Kitap okumanın başkalarının dünyalarına, hayallerine misafirliğe gitmek olduğunu söyler hep. İster misin ben de sana anlatayım, anneannemden öğrendiklerimi?¨ Yeni arkadaşımın başını sallaması ile, uzun bir sohbete daldık. Dışardaki ağaçları, işe giden, durakta otobüs bekleyen insanları unutmuştum çoktan. ¨Anlattıkların çok mantıklı, umarım unutmam da uygulayabilirim. Biz taşınıyoruz. Yeni okul, yeni arkadaşlar ve yeni bir öğretmen. Ödevimi yapmadan gidip hemen tembel öğrenci sanılmak istemiyorum.¨ Annesi ile seyahat ediyorlardı. ¨Babam ev eşyalarımızı taşıyan kamyon ile iki hafta önce gitti yeni evimize yerleşmeye.¨
Aslında babasının tayini iki ay kadar önce babaannemlerin oturduğu kasabaya çıkmıştı. O da hemen görevinin başına gitmek zorunda kalmıştı. Sema okulu bitirebilsin diye annesi ile birlikte İstanbul’da kalmışlardı. ¨Anneannemde kaldık karne alana kadar.¨ ¨Ya ben acıktım biraz. Şu yemekli vagonda neler varmış bir bakalım mı?¨ diye sordu Sema sonra. ¨Ay, karnımın gurultusunu mu duydun yoksa. Ben de trene bindiğimizden beri merak ediyorum o vagonu. Daha önceki seyahatlerimizde trende büfe vardı ama ilk defa yemek vagonu olanına bindik biz de. Ama istersen yanımızda annemin hazırladığı sandviçlerden var, sana da verebilirim. Sonra gider bakarız yemekli vagona. Ne dersin?¨ Sema başını sallayınca anneme döndüm ve iki tane köfteli sandviç istedim. ¨Umarım köfte seviyorsundur.¨
Sandviçlerimizi yerken ben de ona babaannemlerden ve taşınacağı kasabadan bahsetmeye başladım. Onunla yaşıt kuzenimle aynı sınıfta olabilirlerdi belki. Bu yaz ve bundan sonraki yazlarda da ben geliyordum. Şimdiden bir sürü arkadaşı olmuştu. Çok heyecanlandık ikimiz de. Bu sırada öğlen yemeği servisinin başladığı anonsu yapılmıştı. Gelen kokulara bakılırsa yemek vagonuna yakın olmalıydık. Ellerimizi yıkamak için vagondaki tuvalete gittik. Önce Sema girdi, ben de tam ellerimi kurulamıştım ve yemek vagonuna doğru ilerlemeye başlamıştık ki, ani bir düdük ve ardından da raylardan gelen tiz fren seslerini duyduk. Önce öne doğru savrulan bedenlerimiz, bu sefer geriye doğru çekiliyordu adeta. Yanı başımızdaki koltuk kenarlarına zor tutunduk. Tren durmuştu. ¨Niye durduk baba?¨ diye sordum. ¨Bu durakta inecek veya trene binip yola yeni çıkacak yolcular var canım. O yüzden durduk. Ben de bir hava almak ve şuradaki büfede okuyacak bir şeyler bakınmak istiyorum. Gelmek ister misiniz benimle?¨
Kardeşim annemin kucağında uyuyakalmıştı. Sema’ya döndüm ve geliyor musun der gibi baktım. O da uyuyan annesini işaret edip peşimize takıldı. Hafif hafif bir esinti vardı dışarıda. Ağaçların yaprakları ahenkle dans ediyor, içime ferah bir serinlik getiriyordu. Derin bir nefes alıp içime çektim. Büfe hemen trenden görülebilen bir yerde, istasyonun yanındaydı. Herkes kendi ilgi alanına göre dağıldı. Ben dergilerin olduğu tarafa yöneldim. Bir çocuk dergisi arıyordum. Okul servisinde benden iki yaş büyük bir abla yazdığı bir öykü ile derginin ‘Genç Yazarlar’ yarışmasına katılmıştı. Bu ayki dergide de sonuçlar açıklanacaktı. Ben de bu yarışmaya katılmayı çok istiyordum ilerde, ama bir yandan da korkuyordum güzel bir öykü yazamaz, elemeleri geçemezsem diye. Aradığım dergiyi bulunca sevinçle babama yöneldim. ¨Baba bana bunu alır mısın?¨ Aranırken çok zaman geçmiş olmalıydı. Anlaşılması güç bir anonsun arkasından trenin düdüğü duyuldu. Sema’ya bakındım, biraz ilerdeydi. Babam bize ¨Tren kalkacak birazdan. Hadi siz hemen gidip binin trene. Ben bakıyorum, buradan da görünüyor zaten.¨ diyerek kırmızı renkli, on beş nolu vagonumuzu işaret etti. ¨Ben de dergiyi alıp geliyorum arkanızdan.¨
Sema ile el ele, gözümüzü kırmızı on beş nolu vagona dikmiş koşar adımlarla ilerliyorduk. Vagondaki bir camdan bize el sallayan kardeşimi görünce daha da emin olarak koşmaya başladık. Arkamızda büfede para ödemek için sırada bekleyen ve bir gözü bizde olan babamı arada başımı çevirdiğimde ve trene binerken de hala görebiliyordum. Biz annemlerin yanına geldiğimizde ise tren hareket etmeye başlamıştı yavaştan. Dışarıya baktığımda büfe gözden kaybolmuştu bile. Vagonun içine bir göz gezdirdim ama babam yoktu. Kardeşim de bir yandan hala gözlerini ovuşturuyor uyanmaya çalışıyor, diğer yandan da ¨Babam nerde?¨ diye soruyordu. ¨Bilmiyorum. Büfenin önündeydi biz trene binerken, treni kaçırdı galiba.¨ dedim. Gözümden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Ben o dergiyi istemesem babam şimdi trende olacaktı. Günde bir tren olduğunu biliyordum babaannemlerin kasabasına. Bileti alırken söylemişti babam. ¨Kaçırırsak ertesi güne kadar beklememiz lazım.¨ diye de eklemişti. Annem ne diyeceğini bilmez bir şekilde etrafa bakınıyordu. Sanki hala umudunu yitirmemişti. Ya da bizi endişelendirmekten çekiniyordu. Tren de iyice hızlanmıştı. Koltuğuma çökmüştüm. Kucağımdaki kardeşimle çaresiz hüngür hüngür ağlıyorduk. Bir süre sonra, Sema omuzuma dokunarak arka vagonlar tarafındaki kapıyı işaret etti. Ağaçlardan gelip içime ferahlık veren o esintiyi hissettim birden yüzümde.
Seçil Erginler
24 Kasım 2019, İstanbul

Comments